RSS
email
2

Haydi Galatasaraylılar, 0-0'ı Kutlayalım (!)

Beceriksizliğe, unutkanlığa, şaşkınlığa vb. her şeye tahammülüm var ama beyinsiz adama tahammül edemiyorum.

Bu haftanın modası "ahuahua 0-0'a seviniyorsunuz ezikler xDé xDé", "10 senede 1 puan, 30 senede 3 puan asadsasfadsah" vb. laflar oldu. Peki nedir bu adamları bu hâle getiren? Bir nükleer santral? Yok öyle bir yer. Kimyasal deney? Zannetmem. Bu lafları eden adamları bu hâle getiren olsa olsa 1996-2000 Galatasarayıdır, başka da bir şey olamaz. Yine ve yeniden hatırlatmak isterim ki 'ezik' kelimesi bir küfür ya da hakaret değildir. 4 sene üst üste Türkiye'de şampiyon olup, alınmadık kupa bırakmayıp, 4. sene sonunda da Avrupa'yı kendisi önünde diz çöktüren Galatasaray'ı izledikçe kuduran ve kendi kendilerine kompleksler geliştiren Fenerbahçelilere verilen lâkaptır. Maalesef günümüzdeki rakip takım taraftarları bu lafı 'salak, aptal' gibi laflar yerlerine kullanıyorlar, yazık onlara...

Önce tribünden başlayacağım. Açıkçası maç hakkında da en çok konuştuğum şey tribün oldu dünden beri. 90 dakika, çatır çatır desteğimizi verdik. Stad sadece biz sustuğumuzda sessizleşti, ve bunun dışında orada söyleyip de televizyon başındakilere ulaşmayan bir tek tezahüratımız yok! Bence tribün mükemmeldi. Geçtiğimiz Cuma akşamı Radyospor'da katıldığımız Topsuz Alan programında söylediğim gibi, taraftarın ve futbolcunun motivasyonu zincirleme giden bir bağlantıdadır. Yani aslında bu motivasyon o kadar ince bir pamuk ipliğine bağlıdır ki, bir koptu mu toparlamak çok zordur. Ben bu tespiti 6 senedir maç kaçırmamış biri olarak söyleyebiliyorsam, eminim ki 20-30 senelik tribüncü abilerim de katılacaklardır buna.
Düşünün, son 10 yıldır sahasında oynadığınız bütün lig maçlarında yenildiğiniz ezeli rakibinizin sahasında maça gidiyorsunuz. Bununla beraber o kadar rezil bir durumdasınız ki, 8 haftada 4 tane mağlubiyetiniz var, teknik direktörünüzün işine maçtan 4 gün önce son verilmiş, takımı satan oyuncular olduğu iddiaları revaçta, kaleciniz kırmızı kart cezalısı ve sizin en değerli oyuncularınızın 3 tanesi yine sakat. Şahsen ben, bu kadar rezil bir hâlde Kadıköy deplasmanına gittiğimizi hatırlamıyorum. Bu deplasmana giderkenki en büyük motivasyonumuz Hagi idi. Hagi, bizim için öyle bir insandır ki, savunduğu görüşün arkasında duruşuyla, agresifliğiyle ve bu armaya verdiği paha biçilemez emek ile herkesten ayrı bir yerde durur. Kim ne derse desin, hangi ezik inkâr ederse etsin Hagi, bu ülkeye futbol oynamayı öğreten kişilerin en başında gelir!
Hagi'nin başında olduğu bir takımda, mevki problemi olan oyuncuların sorunlarının çözülmesi ilk gerçekleşecek olaydır. Çünkü Hagi, futbol oynadığı dönemde daima serbest oynamayı sevmiş ve bunu en iyi şekilde becermiş bir insandır. Kısacası Hagi, o adamların hâlinden anlayacak yegâne insandır.
Tribünden devam edelim. Yine klasik Mecidiyeköy toplanışı ve sancılı karşıya geçiş periyotlarıyla ulaştık Papazın Çayırı'na. Bir an geldi ki 1500 civarı Galatasaray taraftarı metrobüslere alınmadı ve köprüyü yürüyerek geçmeye yeltendiler. Bu bile Kadıköy deplasmanının maç günü psikolojini anlatmaya yeter sanırım. :)
İçeri girdiğimiz andan maçın başladığı ana kadar yaptığım gözlemlerle vardığım sonuç: stad DJ'si eski günlerini arar olmuş. O klasik parçaların çoğunu çalmadı. Hani tam uygun yerlerinde kısılıp, taraftarın bize hakaret etmesine uygun şarkılardan bahsediyorum. Bir ara 'gel gel gel güzelim, gel hiç acımayacak' sözlerini duydum; ama sanırım o, maraton alttaki tikky Fenerlilere ithafen çalındı. Mâlum kendileri, gösterimde olan iyi bir film bulamadıklarından geliyorlar maça, başka neden olabilir ki?
Maçın başladığı andaki ilk 3'lü, zaten tribünün o günkü inanmışlığını ortaya koydu. Hele bir de buna, sahadaki oyuncuların o umulan dizilimi ve inanılmaz hırs ile baskısı eklenince, dakika 4'te ilk topumuz çizgiden çıkınca taraftarın aradığı motivasyon geldi. Maçın tamamını bilgisayarımıza indirdik ve şu an üşenmesem oturup dakika dakika hangi tezahüratı yapmışız, çetelesini tutabilirim; o derece iyiydik. Yukarıda da dediğim gibi stad, sadece biz yorulup sustuğumuz ufak aralıklarda sessiz kaldı, onun dışında tribünde domine ettik rakibimizi. Bu işin cefasını çeken Fenerbahçe taraftarları ne kadar küfretse yönetime azdır. Resmen opera, tiyatro seyircisini yaratmayı başarmış Aziz Başkan ve askerleri. Bize de buradan teşekkür etmek düşer, aman diyeyim sonumuz onlar gibi olmasın yeni stadımızda :)

Futbol açısından da uzun uzun konuşmaya gerek yok. Hiç istatistiğe falan da bakmayalım, getirelim maçı izlememiş yabancı bir futbolseveri, izletelim, bakalım ne diyor maç hakkında. Özellikle ilk yarı resmen 'kâbus gibi çöktük' rakip alana. Sövüp durduğumuz Sarp bile inanılmaz bir baskı kurdu rakibe ve uzun zamandan sonra Elano'yu izleme imkanı bulduk. Bana kalırsa gerçek 4-3-3'ü biz dün oynadık ve çok da başarılıydık. Ya Baros olsaydı? Buradan girersem içimiz cız eder, o bakımdan eksikleri falan unutalım ve muhteşem hırs, baskı ve oyun için aslanlarımızı tebrik edelim. Ufak tefek hatalar elbette oldu ama 'kötü' diyebileceğim tek bir kişi yoktu açıkçası.

Şimdi gelelim maç sonu muhabbetlerine. Yahu, bu bize taraftarlık dersi vermeye çalışan insanlar, 'ya abi, biz Gaassaaray'ı yenelim de yemişim şampiyonluğu' diye fink atan adamlar değil mi? Nedir bu 0-0'a sevinme muhabbeti, Allah aşkına bilen biri bana anlatsın. Yani bizim 0-0'ı kutladığımız düşüncesi ilk nasıl oluştu bunu merak ediyorum. Maç boyunca stadı inlettik diye mi? Maçtan sonra takımı çağırdık diye mi? Sabri'ye 3'lü çektirdik diye mi? Yoksa bütün stadda bir tek biz varken takım tekrar tribüne geldiği ve biz onları tekrar bağırlamıza bastığımız için mi? Nereden çıktı bu muhabbet? Yahu azıcık ilgilenen adam zaten bilir ki, Galatasaray taraftarı agresif oyun hastasıdır. Bu yüzden takımla destan yazan Lucescu'yu bile sevmeyen koskocaman bir topluluk vardır bu camiada. Bu yüzdendir ki iyi mücadele etmemize rağmen kaybettiğimiz maçlarda, aynı dünkü maçta olduğu gibi "sen şampiyon olmasan da, kupaları almasan da..." tezahüratları söylenir ve maç bitiminde takım tribüne çağrılır. Bu sebeptendir ki 2-1 yenildiğimiz maçtan sonra da dün gece yaşanan olayların aynısı bire bir yaşanmıştır. Bunları bilmediğiniz için söylemiyorum eyy facebook taraftarı fenerliler, gerçekler yüzünüze bir kez daha çarpsın da yine kudurun diye söylüyorum. ;)

Sona gelirken, değinmeden geçemeyeceğim bir nokta var. Arada sırada benim de yaptığım bir hata var ki o da şöyle; Kadıköy Şükrü Saraçoğlu'nun kapasitesi 55000 değil. O stadın kapasitesi, Fenerbahçe'nin resmi kaynaklarında da görebileceğiniz üzere 50530. Rakip seyirci oranı %5, yani sayı olarak yaklaşık 2525. Sonuç olarak resmi Fenerbahçeli seyirci sayısı 48005. Hayır yani 55000 kişiyi susturduk falan deyip duruyoruz ya, haksızlık olmasın. Aslında sadece 48005 kişiyi susturuyoruz, sadece 48005 kişinin sesini bastırıyoruz. Eee aslında bunun içinde protokol var, misafirler var, provakatör Galatasaraylılar var Fener tribünlerine giren falan, bu bakımdan maksimum 45000 diyelim biz, yanlışlık olmasın. Gerçi bu muhabbeti etseniz konunun geleceği yer belli, 10 senede 1 puan, 6-0, bizim stadımız var, tesislerimiz güzel, sizin stadı devlet yaptı, Aziz çok zengin, siz stadı dolduramıyorsunuz, General Harrington kupasını alarak savaşan askerlere moral verdik, sizi Fransızlar kurdu, Türklere karşı savaştınız vs vs. Fenerbahçe seyircisinin bu sidik yarışları efsanedir, kesinlikle altta kalmazlar.

Şimdi oturup düşünsünler bakalım, hiç 'deplasman takımı' olarak oynamadıkları bir atmosferde, hem de Galatasaray'a karşı ne yapacaklar ikinci devre. Bunu bir düşünsünler, ve titreyip kendilerine gelsinler. Buraya yazıyorum, ikinci devredeki maç, 'hezimeti' yaşatacağız sevgili Fenerbahçelilere.

Son olarak da Migros Tribün'deki Fenerbahçeli arkadaşa yandaki resimde duran 'medeni' hediyesinden dolayı teşekkür ediyorum. Ömrümün sonuna kadar saklayacağım...
Read more
1

Beraberliğe Sevinmek

Tarihler 15 Şubat 1998’i gösteriyordu. Galatasaray, o hafta Fenerbahçe’yi yenmesi halinde liderlik koltuğuna oturacaktı ve bundan dolayı da Faruk Süren “20:45’de lideriz” diye açıklama yapmıştı. Bu açıklama ortalığı ciddi şekilde germiş, Fenerbahçe camiası da bu lafı yedirmek için ciddi şekilde hırslanmıştı.  Yanlış hatırlamıyorsam Ümit Davala Antep maçında aldığı inanılmaz darbeyle sakatlandıktan sonra ilk kez Ali Sami Yen’e gelip maçı izlemişti. Çünkü Galatasaraylı futbolcular attıkları her golde formalarının altında “Senin İçin Ümit” yazılı tişörtlerini göstermişlerdi. Her neyse, maça gelirsek Fenerbahçe 1-0 öne geçmiş, ondan sonra da devre bitmeden penaltıdan Hagi ardından ikinci yarıda da Küçük Hakan’ın golleriyle 2-1 öne geçmiştik. Tek kale oynuyorduk, her an 3. gol bekleniyordu. Fakat olmadı ve bir karambolde maçın bitmesine birkaç dakika kala Boliç’in golüyle Fenerbahçe beraberliği yakalamıştı. Muhtemelen Fenerbahçe yarın bir gün UEFA Şampiyonu falan olsa, en fazla o kadar sevinebilirdi bir gole. Yedek kulübesi çıldırmış, sahadaki bütün futbolcular formaları çıkarmış, kocaman bir yumak yapmıştı Fenerbahçe camiası. Ardından maçın bitmesiyle de bütün futbolcular taraftarlarına koşmuş ve çılgınca bağırıp çağırmışlar, bir sürü tezahüratı taraftarlarıyla birlikte söylemişlerdi. Hatta ve hatta yine yanlış hatırlamıyorsam bir sonraki maçta Fenerbahçe Stadı’nda 20:45 diye pankart açılmıştı.

Gelelim bugüne; maça gitmeyi kıl payı sinemaya gitmeye tercih etmiş 50.000, hadi o kadar acımasız olmayalım, 40.000 seyirci 10.000 taraftarıyla Kadıköy’ü doldurmuştu Fenerbahçeliler. Yıllardır tek bir şey söylüyoruz, orada Fenerbahçe’nin çok sesinin çıkmasının tek nedeni erken gelen goller ve Galatasaray’ın oyundan kopmasıdır. Fenerbahçeliler 2-0 gerideyken 2-1 yapınca çıtlarını çıkartamayan, ölümü bekler gibi kaderine razı insan topluluğuna dönüşüyordu. Bunun nedenlerini Fenerbahçeli gerçek taraftarlar zaten açıklarlar, onlar biliyor tribünlerin hallerinin içler acısı olduklarını. Benim sözüm bu Fenerbahçeliliğini reklam malzemesi yapan “cadde çocukları”na.

Bunlar Facebook’ta videolar resimler paylaşır, forumlara “cincon, 6alatasaray” yazar, hayatlarında bir kere Ali Sami Yen’e gelmişlikleri yoktur, zengin olduklarından kombine biletleri ve Fenerli kız arkadaşları vardır ve senede 10 tane maça ya gelir ya gelmezler. Aslında bunlar bizim muhatap alacağımız Fenerliler değildir ancak bilmeleri gerek, birilerinin anlatmaları gerek gerçekleri.

Yazının girişinde değindiğim gibi, beraberliğe sevinme olayının en abartılmış hali bir Galatasaray-Fenerbahçe maçında, ligin 22. haftasında yapılmıştır. Bugün “Ezikler, puan aldılar seviniyorlar” diyen güruha sesleniyorum, takımınızın tarihinden, geçmişinden bihaber, sadece paylaşılan videolar kadar Fenerli, gösteriş için durup dururken formayla gezen tiplersiniz.

Biz Galatasaraylılar, beraberliğe sevinmedik. Beraberlikten memnun olmuş olabiliriz, keza 10 senedir yenildiğin bir takıma yenilmemek başlı başına bir memnun olma durumu olabilir. Ancak ve ancak sevincimizin skorla bir ilgisi yoktur. Nasıl ki 2-1 yenildiğimiz maçtan sonra da üçlü çektirdiysek, dün de kazayla bir gol yiyip kaybetmiş olsak bile yine o üçlüyü çektirecektik Sabri’ye. Bunun sebebi de çok basit; taraftarıyla birlikte omuz omuza savaşan Galatasaray’ı özlemiştik. Her topa basan, toptan ve sorumluluktan kaçmayan, üstün oynayan ve daha fazla gol kaçıran takımımızı sürekli bağırarak ve tabiri caizse Fenerbahçeli taraftarların çıtını çıkartmayarak destekledik. Sırf bunun için duyduğumuz huzur ve mutluluk sayesinde bugün bütün Galatasaraylıların yüzü gülüyor. Başımızdaki o adam bile her şeyin üstüne mutlu olma sebebiyken, siz kimsiniz de utanmadan “beraberliğe seviniyorsunuz” diyebiliyorsunuz? Bütün medya seferber olmuş, skor tahminleri 3-0’dan başlarken, iddaa görülmemiş bir oran verirken herkese tokat gibi çarpan Galatasaray takımının oyunu ve taraftarının inanmışlığına sevinmişsek size ne?

Eğer dün beraberliğe sevinen insanları merak ediyorsanız, maçın son dakikasında Emre Çolak korner atarken bildiği bilmediği bütün duaları okuyan, parmaklarını yemekten tırnakları yok olan ve bütün maç sadece anonsçunun 84. dakikada söylediği “haydi fener haydi fener haydi” tezahüratının iki “haydi”sine katılarak sesini çıkartan renkdaşlarınıza, arkadaşlarınıza sorun.  Onlar dün akşam en çok sevinenlerdendi.

Genç Hasdemir
Read more
0

Kadıköy Senaryoları

Milyonların bekleyip durduğu, diğer tarafta da milyonların hiç gelmemesini umduğu hafta geldi çattı. Dürüst olmak lazım, 'gelmemesini umanlar'ın hangi taraftan olduğu belli =) Ha ama şunu söyleyeyim, ben onlardan biri değilim.

Biletler bu hafta içinde satışa sunulacak. Şahsi fikrim ve umudum Çarşamba sabahı gerçekleşmesi yönünde, ama Cuma'ya kadar sarkabilir, önceden olmuşluğu var. 2000'e yakın bilet satışa çıkacak, muhtemelen kişi başı bilet sayısı yine 2 denecek ama o sınır gişede 1'e düşürülecek. Biletler -umarım- Ali Sami Yen gişelerinde satışa çıkacak. Bu şekilde 2000 bilet, sıraya giren 500 kişi arasında rahat rahat paylaştırılacak. Elbette karaborsa biletsiz kalmayacak, o Allah'ın emri. Bunu söylemem belki şahsi şansım açısından iyi değil ama oraya gelip sıraya girmeyen pişman olacak, çünkü Ali Sami Yen'e gelip de alamayan olmadı geçtiğimiz sene =)

Kadıköy'ün hit şarkılarını söyleyeyim şimdiden, bilmeyenlere hazırlık olsun. Şarkılar hep bir ağızdan mırıldanılır; kalın yerlerde ses kısılır ve taraftar haykırır.

Ciguli - Binnaz

Çalgıcı karısı Cimbom,
Esnaf karısı Cimbom
Kumarcı karısı Cimboooooom, Cimbooooom, Cimbom

Lara - Allah Versin

Alem biliyor adam değilsin,
Böyle gelmiş böyle gidersin,
Dilenme benden aşk dilenme,
Tek sözüm sana Allah versin,
Son sözüm sana Allah versin

Demet Akalın - Toz Pembe

Toz pembe hayaller vardı,
Pembesi gitti tozu kaldı

Atilla Taş - Pembelim (bir ihtimal)

[Bir fikrim yok]

İlk ikisi her senenin klasikleri. Diğer ikisi ise bu sene için bizim tahminlerimiz. Geçtiğimiz senelerde bir kere 'Those were the days' çalındı, ama o bir kere olur diye düşünüyorum :)

Bunun dışında Kadıköy'ün El Clasico'ları anonslar var. 'Büyük Fenerbahçe Taraftarı...' şeklinde başlar anonslar. İlki küfür hakkındadır, hızlıca mırıldanır stad DJ'si. Sonraki ise şu şekilde gider 'rakip takım oyuncuları topu aldıkları andan itibaren, gücümüzün yettiği kadar ıslık ile...'. Bu anonstan sonra bir ıslık antrenmanı yapılır. Maç sırasında hoparlörlerden verilen ıslık sesinin, işte tam da bu sırada kaydedilen ses olduğuna dair sağlam şüphelerim var benim. En son anons da koreografi hakkında olur. Yönetimin müthiş çabasıyla yerlerine yerleştirilen kartonların 'neden orada oldukları', 'neden yerlerinin değiştirilmemeleri gerektiği' ve 'ne zaman kaldırılmaları gerektiği' hakkında kısa bir ders verilir. Buna rağmen o kartonların bir kısmı Kıraç'ın marşı eşliğinde kaldırılır ve stad hoparlörlerinden 'Büyük Fenerbahçe taraftarı, şimdi değil, şimdi değil, İstiklal Marşı'nda' anonsu gelir. :)

Maça %90 Mercan Forma ile çıkacağız. Kadroya futbola değinmiyorum, şu anda Fenerbahçe'den fark yemeyecek bir alternatif yok kadro şekillenmesinde. Şu an 3-0'a el sıkışırım birçok arkadaşım gibi. Şimdi tepki verenler olabilir 'ne biçim Galatasaraylısın?', 'Galatasaray her maça kazanmak için çıkar', 'yazıklar olsun senin gibi taraftara' vb. şekillerde. Bu yorumları yapanlara hatırlatırım, oraya gitmemizin nedeni zaten Galatasaray'a destek olmak, yoksa stadı gezip gelmek değil. Bunları söylüyorum diye de Galatasaraylılığım azalmaz.

Gazamız mübarek olsun, umarım -en azından- skor hakkındaki yorumlarım içimde patlar, havaya uçurur beni. İki anlamda da havaya uçmuş olurum :)

Haydi hayırlısı...

Read more
3

Ahkâm Ustaları Klavye Delikanlıları

Bu yazı belki de şu ana dek yazdığım en dağınık yazı olacak. Baştan uyarmak istedim. O kadar doluyum ki, yazarken aklıma ne gelirse yazacağım ve belli bir düzen kalmayabilir.

Kendimi bildim bileli –ki yaklaşık 15 sene oluyor- Galatasaray’ı izlerim. Galatasaray dışında futbola olağanüstü bir ilgim yoktur, büyük takım maçlarını denk gelirse izlerim, büyük maçları ise denk getirtmeye çalışırım. Çok tip futbolcu gördüm. Dünya Kupası’nda yuhalanan adam da gördüm, kendi başına kupa alanı da. Ben şu 14-15 senelik futbol izlediğim dönem içerisinde Mustafa Sarp kadar sahtekâr, gamsız ve boş bir adam görmedim. En kötü ihtimalle bütün bunları Sarp kadar profesyonelce gizleyebilenini görmedim.

Mustafa Sarp, topun olduğu her pozisyondan mümkün olduğunca kaçan, top almak için bırakın hamle yapmayı; pas vermek üzere hamle yapan arkadaşına her defasında ‘atma’ diye işaret yapan, top rakipteyken -sanki rakip oyuncuda bilgisayar oyunlarındaki küre şeklindeki koruma kalkanı varmışçasına- rakibin 2 metreden fazla yakınına girmeyen ve bütün bunları yaparken de pas isabet oranınını %90 altına düşürmeyen bir ‘futbolcu’ çakmasıdır. Bence gerçek El Mago (Sihirbaz) Mustafa Sarp’tır. İBB Maçında üşenmedik, 7 dakika boyunca bu adamı kameraya çektik. Altta video mevcut, lütfen izleyin. İzleyin ki görün, bir orta saha oyuncusu, hem de Galatasaray’ın orta saha oyuncusu, 7 dakika içerisinde top ile ne kadar ‘az’ sayıda karede bir arada görünebilirmiş.

[Okulumuzun çağ ötesi internet bağlantısı sağolsun, videoyu upload edemiyorum. En kısa zamanda dışarıdan birine upload ettirip ekleteceğim.]


Bu adam top almıyor, bu adam sorumluluk almıyor, bu adam verdiği pasların %70’ini geriye, %25’ini paralelindeki adama veriyor, bu adam toptan kaçıyor, saklanıyor, kamufle oluyor, bu adam futbol falan oy-na-mı-yor!

Mahalle Takımı diye bir blog var, mutlaka duymuşsunuzdur, duymadıysanız da duymuş olun ve girin takip edin. Bu blogda yazan kişiyi, yani Nazmi Amca’yı şahsen tanırım. Galatasaray’ı 2-3 yıldır beraber kurtarırız biz birkaç kişi. Bu sayede, Mustafa Sarp’ın sahtekarlığı konusunda ilk uyananlardan sayabilirim kendimi.

Şahsi fikrim, yaşamak dâhil bütün eylemler birer hak değil, ayrıcalık olmalıdır. Futbol oynamak bir ayrıcalık olmalıdır. Hadi bu çok faşistçe derseniz kategoriyi değiştirelim; Galatasaray’da futbol oynamak bir ayrıcalık olmalıdır. Bence bir insanda en önemli nitelik IQ’dur (Intelligence Quotient, Zekâ Katsayısı ya da Entellektüel Zekâ diye çevirebiliriz). Beceriksiz bir insan, çalışıp, hırs yapıp, elinden geleni verip bir şeyler yapabilir; ama aptal adam aptaldır, hiçbir zaman başarılı olamaz. Bakın Barış’a, adam aptal, beyinsiz. Gitti bir de buna rağmen Almanya Milli Takımı’nı seçti. Barış emin olsun ki Almanlar, Barış’ın forma giyeceği ilk maç için gün sayıyorlar! :)

Mustafa Sarp’ı tam olarak beyinsiz kategorisine sokamıyorum. Bunun nedeni ise basit. Bu adamı savunan o kadar çok insan var ki, bazen düşünüyorum, böyle kitleleri peşine takabilmek için biraz çakal olmak gerekir. Zeki ve beceriksiz birisi isen, beceriksizliğini belli etmemek adına elinden geldiği kadar kaytarıp, bunu çok çakal yollarla örtebilirsin. İşte Sarp bunu yapabiliyor çoğu zaman. Bütün bir maç oynamıyor, Servet’e 83, kaleciye 127 pas atıyor; ama son dakikalarda herkes yorulmuşken bir pres yapıyor, uçuyor, kayıyor hop bir bakıyoruz tribün gazı almış Sarp’ı alkışlıyor. İşte bu çakallıktır ve ben bu adama beyinsiz demeden önce iki defa düşünmeliyim. Aslında bazen öyle zamanlar oluyor ki bu adam o çakallığı bile yanlış yapıyor, işte bu zamanlarda da aklının kapasitesini gözler önüne sermiş oluyor. Orta sahada Mustafa Sarp’ın oynadığı bir takım, rot mili olmayan bir otomobil, oksijen üreticisi olmayan bir denizaltı, elektronik aksamı olmayan bir savaş uçağı ya da kafası olmayan bir insana benzetilebilir. Tabi bu örneklerin sayısı hayalgücünüzle sınırlı, türetin istediğiniz kadar. İşte bu noktada hedef kayıyor.

Bu zamana kadar Frank Rijkaard’ı hep savundum. Kendi fikrime göre hata olduğunu düşündüğüm şeyleri dile getirdim; ancak hep arkasında durdum. Onun bir Sir Alex Ferguson örneği olmasını istedim bu ülkede. Bugünden itibaren karşısına geçmiş bulunuyorum. Bu zamana kadar savunurken hep şunları düşündüm; “yahu bu adamın istediği takviyeler yapılmadı, acaba bu yüzden alternatifi olanlarda bile ‘alın işte bu sizin oyuncunuz’ diyerek mi ısrar ediyor, bu yüzden mi Barış’a, Sarp’a, Servet’e falan hâlâ şans veriyor? Ya da bizim görmediğimiz bir şeyi görüverdi de onu bize de göstermeye mi çalışıyor?” Bugünkü maçtan sonra bu önermemin tamamen çürüdüğüne inanıyorum. Mustafa Sarp, değil Galatasaray’da, futbolun gelişme adına umut vaadettiği herhangi bir 5. Dünya ülkesinde bile futbol takımı forması giymemeli, futbol topuna ayağını değdirmemelidir. Bu adamın sahtekarlığını görmemek için ahmak, bu adamı savunmak için ise toptan gerizekalı olmak gerekmektedir. Bu adam beyinsiz bir çakaldır, ‘şans’ faktörünün insan hayatına etkisine en büyük misaldir. Mustafa Sarp aslında, koskoca bir HİÇtir!

Şimdi bir diğer efsane isme gelelim, Servet. 2 sene öncesine kadar ileri yardıra yardıra kendince çıkardı, stad yıkılırdı ‘Serveeet Serveeet’ diye. Peki şimdi niye böyle oldu? Umurumda değil niyesi. Benim şu anda izlediğim Servet’in kapasitesi, Belgrad Ormanları’ndan kesip getireceğiniz bir adet çam ağacı ile aynı seviyede. Kısacası odundan farksız. Bir kere herifin zekası yok. Futbol zekası falan değil ha, o kadarını beklemek ayıp olur zaten, normal zekası bile yok. Havadan gelen topun nasıl sekeceğini hesaplamaktan, topa ne yöne doğru vurursa istenilen yere gideceğini bilmekten, oyun kurma görevinin stoperlere ait olmadığını farketmekten aciz bir insan müsveddesi. Topa kafa vurmaya çıktığında genellikle ensesiyle, şanslıysanız da kafasının tam üstüyle vuran –Anadolu deyimiyle ‘süsen’- bir defans oyuncusu. Attığı uzun toplar %0,02 isabetli olmasına rağmen her fırsatta yine uzun top tercihini yapacak kadar beyinsiz bir oyuncu. Bütün bunların yetmediği gibi bir de çıkıp gazetelere verdiği röportajda ‘Barcelona’da oynasam Maradona olurdum’, ‘Pique’den, Puyol’dan ne eksiğim var?’ ve türevi şekillerde demeçler verebilecek mallıkta bir oyuncu. Maradona’nın oynadığı mevkiden de bihaber olsa gerek ‘Türkü Baba’mız. Bu adamın oynadığı yerde, altyapıdan herhangi bir oyuncu ‘en az’ onun kadar performans gösterir. Tabi bir de teknik direktörünü satma muhabbeti çıktı şimdi, ona da değinmeden olmaz.

Rijkaard geldiği zamanlar dedi ki, ben bu takımı 4-3-3 oynatacağım. Allaaaah dedik, heyecanlandık, 4-4-2 ile neler başardık, teknik direktör Rijkaard iken bir de 4-3-3 dizilimiyle, takviyelerle hücum futbolu oynarsak kim bilir neler yaparız dedik. 4, 5, 6 attık millete. Sonra ne oldu? Ne oldu söyleyeyim, bu takım aslında hiçbir zaman 4-3-3 oyanayamadı. Bu takımın oynadığı dizilim ve oyun biçimi –çok çok ufak istisnalar haricinde- her zaman 4-5-1 idi. Benim ve çevremdekilerin tek bir umudu vardı, o da Rijkaard gibi bir teknik adamın, Barcelona’yla alınmadık kupa bırakmayan bir teknik adamın, takımdaki gerizekalıları ayıklaması ve bizi bunlardan sonsuza dek kurtarması. Ama olmadı. Barış oynadı, Sarp oynadı, Servet oynadı, Aydın oynadı, yetmedi Ali Turan oynadı. Kimseye şans verilmesin demiyoruz, elbette şans verilecek de kardeşim bu adamlar birer banko, hatta kimi zaman birer kurtarıcı olarak görüldü. Yukarıda da dediğim gibi düşüncemiz tekti: “bu adamın talepleri gerçekleştirilmedi, bu nedenle yönetime ‘alın işte sizin verdiklerinizle bu kadar’ mesajı veriyor”. Bugün anladım ki böyle bir mesaj söz konusu değil.

Diyorlar ki Servet Frank Rijkaard'ı satmış, bu nedenle oynamamış. Açın iki sezondur Servet’in oynadığı ve yediğimiz golleri izleyin, bakalım kaç tanesinde Servet’in hatası ‘yok’. Sakın yanlış anlaşılmasın, Servet öyle şey yapmaz, kimseyi satmaz falan demiyorum ha. Tek demek istediğim, insanlar bir oyuncunun aslında ne derece kazma ve beyinsiz olduğunu görmek için böyle komplo teorilerine (gerçek olabilir) ihtiyaç duyuyorlar, artık şunun farkına varmalıyız. Servet oldum olası kazmaydı, oldum olası “FİZ 001 - Fiziğe Giriş” dersinden kalacak kadar kafasızdı. Bir savunma oyuncusu, bir futbolcu, bir sporcu, yahu normal bir insan, yere düşmekte olan topun nasıl sekeceğini kafasında canlandıramaz mı? Servet hiç canlandıramadı. Bu adama kızdık, onu yuhaladık diye biz kötü olduk, biz küfür yedik. Bu akşam ne oldu peki? Servet maç sonlarına doğru her top aldığında tribünler uğuldadı. Dediğimize vardılar yani. Klasik bir ‘biz demiştik’ senaryosu oldu.

Uzun bir aradan sonra ilk kez tribünlerimizde ‘istifa’ kelimesi haykırıldı. Şimdi işte asıl beni rahatsız eden konulara değineceğim. Taraftarlık, tanımını yapmanın bana düşeceği bir kavram olmayabilir; ancak şunu bilir, şunu söylerim ki hayatında iki maça gitmeden, tribünün, bilet sırasının, stada girişin cefasını çekmeden klavye başında oturup da onu edeyim, buna koyayım diyerek taraftarlık olmaz. Bazıları var, diyorlar ki ‘Galatasaray tribününden iğreniyorum, ıyyyy’ Ulan Galatasaray tribünü dediğiniz ne sizin, bre bit yavruları? O tribünde ben de varım, benim akrabalarım da var, üniversiteden arkadaşlarım da var, birçoğunun babaları, hatta anneleri de var. Neymiş iğrenç olan? Deyin ki paralı askerlerden iğreniyorum, e peki biz çok mu bayılıyoruz? Tribünde o 500, bilemedin 1000 kişi dışında herkes mi gerizekalı da kendileri istemedikleri hâlde sırf onlar dedi diye tepkilere katılıyorlar? Silahla tehdit ediliyoruz falan mı sanıyorsunuz ya da? Bugün ‘Frank Rijkaard İstifa’ sesini duyar duymaz katıldım tezahürata. Ben de mi para, bedava bilet, kombine alıyorum şimdi kulüpten? Evet, Rijkaard istifa. Sistemde ısrar ettiği için değil, başarısız sonuç aldığı için değil, yumuşak tavırlı bir hoca olduğu için hiç değil; Sarp ve Servet gibi gerizekalıları hâlâ bu kadroya koyduğu için Rijkaard istifa. Diyorlar ki Servet Rijkaard’a karşıymış. Ulan kadroyu babam mı kuruyor? Koymasın madem Rijkaard Servet’i! Neymiş, alternatifi yokmuşmuş. Altyapıdan ‘herhangi bir’ oyuncunun, bugün Servet’in yaptığı(?) işten daha azını yapma ihtimali ve şansı yüzde kaçtır acaba? Serdar Özkan diye bir adam vardı, ben gayet umutluydum ve adam da gayet oynamıştı oyununu. Bu adam nerede? Pino ne yaptı? Emre Çolak nerede? Hani altyapıya verilen önem? Hani altyapı oyuncularına verilen şans? Neyse, konu dağıldı, tribüne dönelim. Bazı gerizekalılar diyorlar ki, tribün kişiliksizmiş. 3-1 iken istifa, 3-2 iken saldır Cimbom, 4-2 iken tekrar istifa denmiş. Ulan gerizekalılar, Baros’un sapkadan tavşan çıkarması dışında bir kurtuluşumuz olmadığını, bunun için de Baros’un hırsından başka hiçbir şeyin etkili olmayacağını görmemek için ne kadar aptal olmak gerekli? 3-1 iken maç kopmuş, tribünden doğal ve ani bir tepki patlıyor. 3-2 olunca tirbün ‘bir umut’ diye gaza geliyor, sonra çaaat 4-2 ve maç gitti deniyor. Mehmet Helvacı bir laf dedi “taraftarın tepkisi ne olursa olsun bunu maç bitiminde göstermeliydi” diye. Kesinlikle haklı ve kesinlikle doğru olan bu bence. Ama ne olursa olsun, orada kıçını yırtıp da sonra maymuna çevrilen bir Galatasaray izledikleri için sorumlululara tepki gösterenler suçlu ilan edilemez! TV başında ben de çok maç izledim zamanında, gayet kolay gelirdi. Çay demlenir, hüüüp diye içerken pozisyona göre ‘ahh be’, ‘ulann’ gibi tepkiler verilir, kaçan pozisyonun sebepleri tartışılır, gol olunca goool denir, maç bitince de kanal değiştirilir ya da maç yorumları izlenir ve yatılırdı. Peki tribünde ne oluyor? Maça giriyorsun, arkadaşlarına, aşina olduklarına selam veriyorsun, yerini alıyorsun. 500. maçın olsa bile doğal bir heyecan oluyor, hele dün gece için, haftaya fener maçı var, ona ithafen tezahüratlar yapıyorsun falan filan. Maç başlıyor, hoop bir gol yiyorsun ama susmak yok. Bağır bağır bağır... Sonra bir bakıyorsun senin Galatasaray’ın maymun olmaya başlamış. Sorumlular belli, sorumluyu oraya koyan belli. ‘Arkadaşlar desteğe devam, maç bitince sövelim’ Var mı lan böyle bir şey? Mümkün olabilir mi 25000 kişide bu şekilde bir ortak irade? Sen futbolcu için diyorsun ‘onlar da insan’ diye, onlar insan da tribündekiler robot mu? OFF tuşuna basınca duracaklar mı? Nasıl ki sert bir faul, elle oynama ya da benzer bir pozisyon olunca tepki çaat diye geliyorsa, senin Galatasarayın maymuna çevrilince de o tepki o derece doğal ve ani oluyor. Evet, tezahürat Kapalı’nın ortasından başladı. Peki neden herkes katıldı? Bütün Kapalı Üst aptal da siz misiniz tek akıllılar. Bütün Kapalı Üst satılmış da siz misiniz tek asil ve sadık taraftar? Hadi lan ordan! Herkes önce iki dakika oturup düşünsün, ondan sonra yapsın yorumunu. Sizin şimdi ön elemeyi geçemediğiniz kulvarda takımı finale taşıyan taraftar da bu taraftardı, şimdi ne oldu? Taraftarın tepkisi başarı ile alakalı olsa, takım mücadele edip kazanamadığı maçlardan sonra tribüne çağrılır mıydı? (Buna son 5 senede kadıöydeki ki 2-3 Fener maçı dahil mesela. Tabi bunu bilmek için orada olmak gerekir, medyada çıkacak bir konu değil yenilen Galatasaray'ın tribüne çağrılması) Sağımda, solumda, önümde, arkamda tribünde yürüken selam vermekten başı ağrıyan 20-30 yıllık tribüncü adamlar var. Adamlar 14 seneyi görmüşler, bizle aynı tepkiyi gösteriyorlar; ama neymiş, tribün karaktersizmiş. Rijkaard’ın suçu yokmuş, suç yönetiminmiş. Kardeşim siz siyah-beyaz mı görüyorsunuz dünyayı? Ya da bilgisayar bilimleri ile çok ilgilisiniz de herşeyi 0 ya da 1 olarak mı değerlendiriyorsunuz? Şahsen benim Rijkaard istifa demiş olmam yönetimden memnun olduğum anlamına mı geliyor? Bu adam Cana sakat değilken de Sarp’ı oynattı defalarca, kurtarıcı olarak Barış’ı, hatta 8 senedir kıvılcım beklediğimiz Aydın’ı aldı, bunları da yönetim mi istedi? Yönetim mi dedi Pino kötü olsa da sahada kalsın, sakın yerine Serdar Özkan’ı sokma diye? Yönetim mi dedi Servet olmazsa küserim diye? Bu adam, bu ülkede, bu ligde, bu kulüpte ya-pa-ma-dı arkadaş! 4-3-3 diye tutturdu da tutturdu, 2 senedir 4-5-1 oynuyoruz, kendi evimizde bile 2 forveti yan yana göremiyoruz, sonra adamı istifaya çağırınca kötü biz oluyoruz. Misimovic alındı, herifin milli takımda ve eski takımında nasıl oynadığı belli, ortada yok adam. Yönetimin suçu mu? Arda efendi bir anda başrolden çıktı takımda (-ki kendi kaprisleri de bunda etkili ve kesinlikle sinirliyim ona karşı) herhangi bir elemanı oldu takımın, yönetimin suçu mu? Baros her maç kıçını yırta yırta artık orası burası çekip esner oldu, yönetimin suçu mu? Elano Brezilya ile şov yaptı, asist yaptı, gol attı, Galatasaray’da 11’e giremedi, yönetimin suçu mu? Şimdi aldığınız gazları ağır ağır salacaksınız ve biraz sakinleşeceksiniz. Bu takım, bu kulüp, bu camia için elbette herkesin seviyeli yorumlar yapmaya hakkı var, amaaaa tribünde olmayıp da kimse tribünün tepkilerine sayıp sövemez! Ben oraya 10 kişi gelmişim, 20000 kişiyle aynı şeyi söylüyorum diye kişiliksiz, satılmış, çapulcu mu oluyorum? Size ne ulan? Benim fikrim o yönde, ve o yönde bağırıyorum. Madem sen çok karşısın, gel sen de kendi başına ‘susun susun ayıp’ diye bağır!

Bakın beklenen maç geldi çattı. Allahtan teknoloji ilerledi de iletişim kesilmiyor, yoksa maç saati online hareketlerle kim nerede ne yapıyor belli olurdu. Biz ne mi olurduk? 23:30’dan önce ekran başına geçemezdik. Şimdi telefonlar falan var da güncel kalıyoruz. Gideceğiz, 2500 kişiden biri olacağız, bağıracağız, destekleyeceğiz, sonra düzenli dayağımızı ve biber gazımızı yiyeceğiz, evlere dağılacağız. Ha ama tabi yine satılmış, yine kişiliksiz olanlar biziz. Neden? Çünkü bilet sırasına gece 00:00’da gidiyoruz. Neden? Çünkü orada olmak için her şeyi iptal ediyor, tüm imkanlarımızı seferber ediyoruz. Neden? Çünkü maç için Konya’dan, Kayseri’den gelenler var aramızda. Neden? Çünkü biz Galatasaray nerede ise oraya gidiyoruz. Tabiki bizim fikir beyan etme hakkımız yok, ancak ve ancak ekran başındaki o klavye delikanlısı cengaverler yaparlar yorumlarını, arada bize de geçirirler laflarını, sonra çaylarına devam ederler. Biz üniversite okumuyoruz, biz insanlık bilmiyoruz, biz futboldan anlamıyoruz, biz çapulcuyuz. Elbette böyle. Hatta şu an yazıyı da Tarlabaşı’nda yazıyorum, bitince gidip biraz yankesicilik yapacaz bizim çocuklarla.

Allah için, şu kulübü nasıl severseniz sevin; ama bırakın biz de bildiğimiz gibi sevelim. Bırakın biz de azıcık anlayalım şu oyundan be kardeşim, bırakın!
Read more