Beceriksizliğe, unutkanlığa, şaşkınlığa vb. her şeye tahammülüm var ama beyinsiz adama tahammül edemiyorum.
Bu haftanın modası "ahuahua 0-0'a seviniyorsunuz ezikler xDé xDé", "10 senede 1 puan, 30 senede 3 puan asadsasfadsah" vb. laflar oldu. Peki nedir bu adamları bu hâle getiren? Bir nükleer santral? Yok öyle bir yer. Kimyasal deney? Zannetmem. Bu lafları eden adamları bu hâle getiren olsa olsa 1996-2000 Galatasarayıdır, başka da bir şey olamaz. Yine ve yeniden hatırlatmak isterim ki 'ezik' kelimesi bir küfür ya da hakaret değildir. 4 sene üst üste Türkiye'de şampiyon olup, alınmadık kupa bırakmayıp, 4. sene sonunda da Avrupa'yı kendisi önünde diz çöktüren Galatasaray'ı izledikçe kuduran ve kendi kendilerine kompleksler geliştiren Fenerbahçelilere verilen lâkaptır. Maalesef günümüzdeki rakip takım taraftarları bu lafı 'salak, aptal' gibi laflar yerlerine kullanıyorlar, yazık onlara...
Önce tribünden başlayacağım. Açıkçası maç hakkında da en çok konuştuğum şey tribün oldu dünden beri. 90 dakika, çatır çatır desteğimizi verdik. Stad sadece biz sustuğumuzda sessizleşti, ve bunun dışında orada söyleyip de televizyon başındakilere ulaşmayan bir tek tezahüratımız yok! Bence tribün mükemmeldi. Geçtiğimiz Cuma akşamı Radyospor'da katıldığımız Topsuz Alan programında söylediğim gibi, taraftarın ve futbolcunun motivasyonu zincirleme giden bir bağlantıdadır. Yani aslında bu motivasyon o kadar ince bir pamuk ipliğine bağlıdır ki, bir koptu mu toparlamak çok zordur. Ben bu tespiti 6 senedir maç kaçırmamış biri olarak söyleyebiliyorsam, eminim ki 20-30 senelik tribüncü abilerim de katılacaklardır buna.
Düşünün, son 10 yıldır sahasında oynadığınız bütün lig maçlarında yenildiğiniz ezeli rakibinizin sahasında maça gidiyorsunuz. Bununla beraber o kadar rezil bir durumdasınız ki, 8 haftada 4 tane mağlubiyetiniz var, teknik direktörünüzün işine maçtan 4 gün önce son verilmiş, takımı satan oyuncular olduğu iddiaları revaçta, kaleciniz kırmızı kart cezalısı ve sizin en değerli oyuncularınızın 3 tanesi yine sakat. Şahsen ben, bu kadar rezil bir hâlde Kadıköy deplasmanına gittiğimizi hatırlamıyorum. Bu deplasmana giderkenki en büyük motivasyonumuz Hagi idi. Hagi, bizim için öyle bir insandır ki, savunduğu görüşün arkasında duruşuyla, agresifliğiyle ve bu armaya verdiği paha biçilemez emek ile herkesten ayrı bir yerde durur. Kim ne derse desin, hangi ezik inkâr ederse etsin Hagi, bu ülkeye futbol oynamayı öğreten kişilerin en başında gelir!
Hagi'nin başında olduğu bir takımda, mevki problemi olan oyuncuların sorunlarının çözülmesi ilk gerçekleşecek olaydır. Çünkü Hagi, futbol oynadığı dönemde daima serbest oynamayı sevmiş ve bunu en iyi şekilde becermiş bir insandır. Kısacası Hagi, o adamların hâlinden anlayacak yegâne insandır.
Tribünden devam edelim. Yine klasik Mecidiyeköy toplanışı ve sancılı karşıya geçiş periyotlarıyla ulaştık Papazın Çayırı'na. Bir an geldi ki 1500 civarı Galatasaray taraftarı metrobüslere alınmadı ve köprüyü yürüyerek geçmeye yeltendiler. Bu bile Kadıköy deplasmanının maç günü psikolojini anlatmaya yeter sanırım. :)
İçeri girdiğimiz andan maçın başladığı ana kadar yaptığım gözlemlerle vardığım sonuç: stad DJ'si eski günlerini arar olmuş. O klasik parçaların çoğunu çalmadı. Hani tam uygun yerlerinde kısılıp, taraftarın bize hakaret etmesine uygun şarkılardan bahsediyorum. Bir ara 'gel gel gel güzelim, gel hiç acımayacak' sözlerini duydum; ama sanırım o, maraton alttaki tikky Fenerlilere ithafen çalındı. Mâlum kendileri, gösterimde olan iyi bir film bulamadıklarından geliyorlar maça, başka neden olabilir ki?
Maçın başladığı andaki ilk 3'lü, zaten tribünün o günkü inanmışlığını ortaya koydu. Hele bir de buna, sahadaki oyuncuların o umulan dizilimi ve inanılmaz hırs ile baskısı eklenince, dakika 4'te ilk topumuz çizgiden çıkınca taraftarın aradığı motivasyon geldi. Maçın tamamını bilgisayarımıza indirdik ve şu an üşenmesem oturup dakika dakika hangi tezahüratı yapmışız, çetelesini tutabilirim; o derece iyiydik. Yukarıda da dediğim gibi stad, sadece biz yorulup sustuğumuz ufak aralıklarda sessiz kaldı, onun dışında tribünde domine ettik rakibimizi. Bu işin cefasını çeken Fenerbahçe taraftarları ne kadar küfretse yönetime azdır. Resmen opera, tiyatro seyircisini yaratmayı başarmış Aziz Başkan ve askerleri. Bize de buradan teşekkür etmek düşer, aman diyeyim sonumuz onlar gibi olmasın yeni stadımızda :)
Futbol açısından da uzun uzun konuşmaya gerek yok. Hiç istatistiğe falan da bakmayalım, getirelim maçı izlememiş yabancı bir futbolseveri, izletelim, bakalım ne diyor maç hakkında. Özellikle ilk yarı resmen 'kâbus gibi çöktük' rakip alana. Sövüp durduğumuz Sarp bile inanılmaz bir baskı kurdu rakibe ve uzun zamandan sonra Elano'yu izleme imkanı bulduk. Bana kalırsa gerçek 4-3-3'ü biz dün oynadık ve çok da başarılıydık. Ya Baros olsaydı? Buradan girersem içimiz cız eder, o bakımdan eksikleri falan unutalım ve muhteşem hırs, baskı ve oyun için aslanlarımızı tebrik edelim. Ufak tefek hatalar elbette oldu ama 'kötü' diyebileceğim tek bir kişi yoktu açıkçası.
Şimdi gelelim maç sonu muhabbetlerine. Yahu, bu bize taraftarlık dersi vermeye çalışan insanlar, 'ya abi, biz Gaassaaray'ı yenelim de yemişim şampiyonluğu' diye fink atan adamlar değil mi? Nedir bu 0-0'a sevinme muhabbeti, Allah aşkına bilen biri bana anlatsın. Yani bizim 0-0'ı kutladığımız düşüncesi ilk nasıl oluştu bunu merak ediyorum. Maç boyunca stadı inlettik diye mi? Maçtan sonra takımı çağırdık diye mi? Sabri'ye 3'lü çektirdik diye mi? Yoksa bütün stadda bir tek biz varken takım tekrar tribüne geldiği ve biz onları tekrar bağırlamıza bastığımız için mi? Nereden çıktı bu muhabbet? Yahu azıcık ilgilenen adam zaten bilir ki, Galatasaray taraftarı agresif oyun hastasıdır. Bu yüzden takımla destan yazan Lucescu'yu bile sevmeyen koskocaman bir topluluk vardır bu camiada. Bu yüzdendir ki iyi mücadele etmemize rağmen kaybettiğimiz maçlarda, aynı dünkü maçta olduğu gibi "sen şampiyon olmasan da, kupaları almasan da..." tezahüratları söylenir ve maç bitiminde takım tribüne çağrılır. Bu sebeptendir ki 2-1 yenildiğimiz maçtan sonra da dün gece yaşanan olayların aynısı bire bir yaşanmıştır. Bunları bilmediğiniz için söylemiyorum eyy facebook taraftarı fenerliler, gerçekler yüzünüze bir kez daha çarpsın da yine kudurun diye söylüyorum. ;)
Sona gelirken, değinmeden geçemeyeceğim bir nokta var. Arada sırada benim de yaptığım bir hata var ki o da şöyle; Kadıköy Şükrü Saraçoğlu'nun kapasitesi 55000 değil. O stadın kapasitesi, Fenerbahçe'nin resmi kaynaklarında da görebileceğiniz üzere 50530. Rakip seyirci oranı %5, yani sayı olarak yaklaşık 2525. Sonuç olarak resmi Fenerbahçeli seyirci sayısı 48005. Hayır yani 55000 kişiyi susturduk falan deyip duruyoruz ya, haksızlık olmasın. Aslında sadece 48005 kişiyi susturuyoruz, sadece 48005 kişinin sesini bastırıyoruz. Eee aslında bunun içinde protokol var, misafirler var, provakatör Galatasaraylılar var Fener tribünlerine giren falan, bu bakımdan maksimum 45000 diyelim biz, yanlışlık olmasın. Gerçi bu muhabbeti etseniz konunun geleceği yer belli, 10 senede 1 puan, 6-0, bizim stadımız var, tesislerimiz güzel, sizin stadı devlet yaptı, Aziz çok zengin, siz stadı dolduramıyorsunuz, General Harrington kupasını alarak savaşan askerlere moral verdik, sizi Fransızlar kurdu, Türklere karşı savaştınız vs vs. Fenerbahçe seyircisinin bu sidik yarışları efsanedir, kesinlikle altta kalmazlar.
Şimdi oturup düşünsünler bakalım, hiç 'deplasman takımı' olarak oynamadıkları bir atmosferde, hem de Galatasaray'a karşı ne yapacaklar ikinci devre. Bunu bir düşünsünler, ve titreyip kendilerine gelsinler. Buraya yazıyorum, ikinci devredeki maç, 'hezimeti' yaşatacağız sevgili Fenerbahçelilere.
Son olarak da Migros Tribün'deki Fenerbahçeli arkadaşa yandaki resimde duran 'medeni' hediyesinden dolayı teşekkür ediyorum. Ömrümün sonuna kadar saklayacağım...
Haydi Galatasaraylılar, 0-0'ı Kutlayalım (!)
Gönderen
alp
zaman:
20:13
Etiketler:
deplasman,
ezik,
fenerbahçe,
fenerbahçe taraftarı,
galatasaray,
galatasaray taraftarı,
kadıköy,
milan baros,
mustafa sarp,
sabri sarioglu,
tribün
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
olum hepinizi büyütmiş bu galatasaray, aslında bir departman kurulsa yazılan böylesi yazılar futbolculara gece dersi olarak okutulsa hagi ölene kadar takımı idare eder 10 senenin 7 sinde şampiyon oluruz, en az 3 defa avrupada çeyrek final,2 dafa yarı final 1 defa da final oynarız. fşnal oynarsakda kupayı almadan gelmeyiz tabi.
Nazmi yazar da ben durur muyum gülüm?
Fenerli tipolojisi konusunda master seviyesinde araştırmamız var bizim onunla.
Daha önce bir yazımda değinmiştim, Fenerli bir türdür. Gördüğümüz yaşadığını anladığımız ama bir türlü normal kalıplara oturmayan, garip bir türdür.
Değerlendirmeyi bir tür üzerinden, insan kalıplarının dışında tutarak yaparsak sonuçlara bağlayabiliriz ancak...
Yorum Gönder