RSS
email
2

Haydi Galatasaraylılar, 0-0'ı Kutlayalım (!)

Beceriksizliğe, unutkanlığa, şaşkınlığa vb. her şeye tahammülüm var ama beyinsiz adama tahammül edemiyorum.

Bu haftanın modası "ahuahua 0-0'a seviniyorsunuz ezikler xDé xDé", "10 senede 1 puan, 30 senede 3 puan asadsasfadsah" vb. laflar oldu. Peki nedir bu adamları bu hâle getiren? Bir nükleer santral? Yok öyle bir yer. Kimyasal deney? Zannetmem. Bu lafları eden adamları bu hâle getiren olsa olsa 1996-2000 Galatasarayıdır, başka da bir şey olamaz. Yine ve yeniden hatırlatmak isterim ki 'ezik' kelimesi bir küfür ya da hakaret değildir. 4 sene üst üste Türkiye'de şampiyon olup, alınmadık kupa bırakmayıp, 4. sene sonunda da Avrupa'yı kendisi önünde diz çöktüren Galatasaray'ı izledikçe kuduran ve kendi kendilerine kompleksler geliştiren Fenerbahçelilere verilen lâkaptır. Maalesef günümüzdeki rakip takım taraftarları bu lafı 'salak, aptal' gibi laflar yerlerine kullanıyorlar, yazık onlara...

Önce tribünden başlayacağım. Açıkçası maç hakkında da en çok konuştuğum şey tribün oldu dünden beri. 90 dakika, çatır çatır desteğimizi verdik. Stad sadece biz sustuğumuzda sessizleşti, ve bunun dışında orada söyleyip de televizyon başındakilere ulaşmayan bir tek tezahüratımız yok! Bence tribün mükemmeldi. Geçtiğimiz Cuma akşamı Radyospor'da katıldığımız Topsuz Alan programında söylediğim gibi, taraftarın ve futbolcunun motivasyonu zincirleme giden bir bağlantıdadır. Yani aslında bu motivasyon o kadar ince bir pamuk ipliğine bağlıdır ki, bir koptu mu toparlamak çok zordur. Ben bu tespiti 6 senedir maç kaçırmamış biri olarak söyleyebiliyorsam, eminim ki 20-30 senelik tribüncü abilerim de katılacaklardır buna.
Düşünün, son 10 yıldır sahasında oynadığınız bütün lig maçlarında yenildiğiniz ezeli rakibinizin sahasında maça gidiyorsunuz. Bununla beraber o kadar rezil bir durumdasınız ki, 8 haftada 4 tane mağlubiyetiniz var, teknik direktörünüzün işine maçtan 4 gün önce son verilmiş, takımı satan oyuncular olduğu iddiaları revaçta, kaleciniz kırmızı kart cezalısı ve sizin en değerli oyuncularınızın 3 tanesi yine sakat. Şahsen ben, bu kadar rezil bir hâlde Kadıköy deplasmanına gittiğimizi hatırlamıyorum. Bu deplasmana giderkenki en büyük motivasyonumuz Hagi idi. Hagi, bizim için öyle bir insandır ki, savunduğu görüşün arkasında duruşuyla, agresifliğiyle ve bu armaya verdiği paha biçilemez emek ile herkesten ayrı bir yerde durur. Kim ne derse desin, hangi ezik inkâr ederse etsin Hagi, bu ülkeye futbol oynamayı öğreten kişilerin en başında gelir!
Hagi'nin başında olduğu bir takımda, mevki problemi olan oyuncuların sorunlarının çözülmesi ilk gerçekleşecek olaydır. Çünkü Hagi, futbol oynadığı dönemde daima serbest oynamayı sevmiş ve bunu en iyi şekilde becermiş bir insandır. Kısacası Hagi, o adamların hâlinden anlayacak yegâne insandır.
Tribünden devam edelim. Yine klasik Mecidiyeköy toplanışı ve sancılı karşıya geçiş periyotlarıyla ulaştık Papazın Çayırı'na. Bir an geldi ki 1500 civarı Galatasaray taraftarı metrobüslere alınmadı ve köprüyü yürüyerek geçmeye yeltendiler. Bu bile Kadıköy deplasmanının maç günü psikolojini anlatmaya yeter sanırım. :)
İçeri girdiğimiz andan maçın başladığı ana kadar yaptığım gözlemlerle vardığım sonuç: stad DJ'si eski günlerini arar olmuş. O klasik parçaların çoğunu çalmadı. Hani tam uygun yerlerinde kısılıp, taraftarın bize hakaret etmesine uygun şarkılardan bahsediyorum. Bir ara 'gel gel gel güzelim, gel hiç acımayacak' sözlerini duydum; ama sanırım o, maraton alttaki tikky Fenerlilere ithafen çalındı. Mâlum kendileri, gösterimde olan iyi bir film bulamadıklarından geliyorlar maça, başka neden olabilir ki?
Maçın başladığı andaki ilk 3'lü, zaten tribünün o günkü inanmışlığını ortaya koydu. Hele bir de buna, sahadaki oyuncuların o umulan dizilimi ve inanılmaz hırs ile baskısı eklenince, dakika 4'te ilk topumuz çizgiden çıkınca taraftarın aradığı motivasyon geldi. Maçın tamamını bilgisayarımıza indirdik ve şu an üşenmesem oturup dakika dakika hangi tezahüratı yapmışız, çetelesini tutabilirim; o derece iyiydik. Yukarıda da dediğim gibi stad, sadece biz yorulup sustuğumuz ufak aralıklarda sessiz kaldı, onun dışında tribünde domine ettik rakibimizi. Bu işin cefasını çeken Fenerbahçe taraftarları ne kadar küfretse yönetime azdır. Resmen opera, tiyatro seyircisini yaratmayı başarmış Aziz Başkan ve askerleri. Bize de buradan teşekkür etmek düşer, aman diyeyim sonumuz onlar gibi olmasın yeni stadımızda :)

Futbol açısından da uzun uzun konuşmaya gerek yok. Hiç istatistiğe falan da bakmayalım, getirelim maçı izlememiş yabancı bir futbolseveri, izletelim, bakalım ne diyor maç hakkında. Özellikle ilk yarı resmen 'kâbus gibi çöktük' rakip alana. Sövüp durduğumuz Sarp bile inanılmaz bir baskı kurdu rakibe ve uzun zamandan sonra Elano'yu izleme imkanı bulduk. Bana kalırsa gerçek 4-3-3'ü biz dün oynadık ve çok da başarılıydık. Ya Baros olsaydı? Buradan girersem içimiz cız eder, o bakımdan eksikleri falan unutalım ve muhteşem hırs, baskı ve oyun için aslanlarımızı tebrik edelim. Ufak tefek hatalar elbette oldu ama 'kötü' diyebileceğim tek bir kişi yoktu açıkçası.

Şimdi gelelim maç sonu muhabbetlerine. Yahu, bu bize taraftarlık dersi vermeye çalışan insanlar, 'ya abi, biz Gaassaaray'ı yenelim de yemişim şampiyonluğu' diye fink atan adamlar değil mi? Nedir bu 0-0'a sevinme muhabbeti, Allah aşkına bilen biri bana anlatsın. Yani bizim 0-0'ı kutladığımız düşüncesi ilk nasıl oluştu bunu merak ediyorum. Maç boyunca stadı inlettik diye mi? Maçtan sonra takımı çağırdık diye mi? Sabri'ye 3'lü çektirdik diye mi? Yoksa bütün stadda bir tek biz varken takım tekrar tribüne geldiği ve biz onları tekrar bağırlamıza bastığımız için mi? Nereden çıktı bu muhabbet? Yahu azıcık ilgilenen adam zaten bilir ki, Galatasaray taraftarı agresif oyun hastasıdır. Bu yüzden takımla destan yazan Lucescu'yu bile sevmeyen koskocaman bir topluluk vardır bu camiada. Bu yüzdendir ki iyi mücadele etmemize rağmen kaybettiğimiz maçlarda, aynı dünkü maçta olduğu gibi "sen şampiyon olmasan da, kupaları almasan da..." tezahüratları söylenir ve maç bitiminde takım tribüne çağrılır. Bu sebeptendir ki 2-1 yenildiğimiz maçtan sonra da dün gece yaşanan olayların aynısı bire bir yaşanmıştır. Bunları bilmediğiniz için söylemiyorum eyy facebook taraftarı fenerliler, gerçekler yüzünüze bir kez daha çarpsın da yine kudurun diye söylüyorum. ;)

Sona gelirken, değinmeden geçemeyeceğim bir nokta var. Arada sırada benim de yaptığım bir hata var ki o da şöyle; Kadıköy Şükrü Saraçoğlu'nun kapasitesi 55000 değil. O stadın kapasitesi, Fenerbahçe'nin resmi kaynaklarında da görebileceğiniz üzere 50530. Rakip seyirci oranı %5, yani sayı olarak yaklaşık 2525. Sonuç olarak resmi Fenerbahçeli seyirci sayısı 48005. Hayır yani 55000 kişiyi susturduk falan deyip duruyoruz ya, haksızlık olmasın. Aslında sadece 48005 kişiyi susturuyoruz, sadece 48005 kişinin sesini bastırıyoruz. Eee aslında bunun içinde protokol var, misafirler var, provakatör Galatasaraylılar var Fener tribünlerine giren falan, bu bakımdan maksimum 45000 diyelim biz, yanlışlık olmasın. Gerçi bu muhabbeti etseniz konunun geleceği yer belli, 10 senede 1 puan, 6-0, bizim stadımız var, tesislerimiz güzel, sizin stadı devlet yaptı, Aziz çok zengin, siz stadı dolduramıyorsunuz, General Harrington kupasını alarak savaşan askerlere moral verdik, sizi Fransızlar kurdu, Türklere karşı savaştınız vs vs. Fenerbahçe seyircisinin bu sidik yarışları efsanedir, kesinlikle altta kalmazlar.

Şimdi oturup düşünsünler bakalım, hiç 'deplasman takımı' olarak oynamadıkları bir atmosferde, hem de Galatasaray'a karşı ne yapacaklar ikinci devre. Bunu bir düşünsünler, ve titreyip kendilerine gelsinler. Buraya yazıyorum, ikinci devredeki maç, 'hezimeti' yaşatacağız sevgili Fenerbahçelilere.

Son olarak da Migros Tribün'deki Fenerbahçeli arkadaşa yandaki resimde duran 'medeni' hediyesinden dolayı teşekkür ediyorum. Ömrümün sonuna kadar saklayacağım...
Read more
1

Beraberliğe Sevinmek

Tarihler 15 Şubat 1998’i gösteriyordu. Galatasaray, o hafta Fenerbahçe’yi yenmesi halinde liderlik koltuğuna oturacaktı ve bundan dolayı da Faruk Süren “20:45’de lideriz” diye açıklama yapmıştı. Bu açıklama ortalığı ciddi şekilde germiş, Fenerbahçe camiası da bu lafı yedirmek için ciddi şekilde hırslanmıştı.  Yanlış hatırlamıyorsam Ümit Davala Antep maçında aldığı inanılmaz darbeyle sakatlandıktan sonra ilk kez Ali Sami Yen’e gelip maçı izlemişti. Çünkü Galatasaraylı futbolcular attıkları her golde formalarının altında “Senin İçin Ümit” yazılı tişörtlerini göstermişlerdi. Her neyse, maça gelirsek Fenerbahçe 1-0 öne geçmiş, ondan sonra da devre bitmeden penaltıdan Hagi ardından ikinci yarıda da Küçük Hakan’ın golleriyle 2-1 öne geçmiştik. Tek kale oynuyorduk, her an 3. gol bekleniyordu. Fakat olmadı ve bir karambolde maçın bitmesine birkaç dakika kala Boliç’in golüyle Fenerbahçe beraberliği yakalamıştı. Muhtemelen Fenerbahçe yarın bir gün UEFA Şampiyonu falan olsa, en fazla o kadar sevinebilirdi bir gole. Yedek kulübesi çıldırmış, sahadaki bütün futbolcular formaları çıkarmış, kocaman bir yumak yapmıştı Fenerbahçe camiası. Ardından maçın bitmesiyle de bütün futbolcular taraftarlarına koşmuş ve çılgınca bağırıp çağırmışlar, bir sürü tezahüratı taraftarlarıyla birlikte söylemişlerdi. Hatta ve hatta yine yanlış hatırlamıyorsam bir sonraki maçta Fenerbahçe Stadı’nda 20:45 diye pankart açılmıştı.

Gelelim bugüne; maça gitmeyi kıl payı sinemaya gitmeye tercih etmiş 50.000, hadi o kadar acımasız olmayalım, 40.000 seyirci 10.000 taraftarıyla Kadıköy’ü doldurmuştu Fenerbahçeliler. Yıllardır tek bir şey söylüyoruz, orada Fenerbahçe’nin çok sesinin çıkmasının tek nedeni erken gelen goller ve Galatasaray’ın oyundan kopmasıdır. Fenerbahçeliler 2-0 gerideyken 2-1 yapınca çıtlarını çıkartamayan, ölümü bekler gibi kaderine razı insan topluluğuna dönüşüyordu. Bunun nedenlerini Fenerbahçeli gerçek taraftarlar zaten açıklarlar, onlar biliyor tribünlerin hallerinin içler acısı olduklarını. Benim sözüm bu Fenerbahçeliliğini reklam malzemesi yapan “cadde çocukları”na.

Bunlar Facebook’ta videolar resimler paylaşır, forumlara “cincon, 6alatasaray” yazar, hayatlarında bir kere Ali Sami Yen’e gelmişlikleri yoktur, zengin olduklarından kombine biletleri ve Fenerli kız arkadaşları vardır ve senede 10 tane maça ya gelir ya gelmezler. Aslında bunlar bizim muhatap alacağımız Fenerliler değildir ancak bilmeleri gerek, birilerinin anlatmaları gerek gerçekleri.

Yazının girişinde değindiğim gibi, beraberliğe sevinme olayının en abartılmış hali bir Galatasaray-Fenerbahçe maçında, ligin 22. haftasında yapılmıştır. Bugün “Ezikler, puan aldılar seviniyorlar” diyen güruha sesleniyorum, takımınızın tarihinden, geçmişinden bihaber, sadece paylaşılan videolar kadar Fenerli, gösteriş için durup dururken formayla gezen tiplersiniz.

Biz Galatasaraylılar, beraberliğe sevinmedik. Beraberlikten memnun olmuş olabiliriz, keza 10 senedir yenildiğin bir takıma yenilmemek başlı başına bir memnun olma durumu olabilir. Ancak ve ancak sevincimizin skorla bir ilgisi yoktur. Nasıl ki 2-1 yenildiğimiz maçtan sonra da üçlü çektirdiysek, dün de kazayla bir gol yiyip kaybetmiş olsak bile yine o üçlüyü çektirecektik Sabri’ye. Bunun sebebi de çok basit; taraftarıyla birlikte omuz omuza savaşan Galatasaray’ı özlemiştik. Her topa basan, toptan ve sorumluluktan kaçmayan, üstün oynayan ve daha fazla gol kaçıran takımımızı sürekli bağırarak ve tabiri caizse Fenerbahçeli taraftarların çıtını çıkartmayarak destekledik. Sırf bunun için duyduğumuz huzur ve mutluluk sayesinde bugün bütün Galatasaraylıların yüzü gülüyor. Başımızdaki o adam bile her şeyin üstüne mutlu olma sebebiyken, siz kimsiniz de utanmadan “beraberliğe seviniyorsunuz” diyebiliyorsunuz? Bütün medya seferber olmuş, skor tahminleri 3-0’dan başlarken, iddaa görülmemiş bir oran verirken herkese tokat gibi çarpan Galatasaray takımının oyunu ve taraftarının inanmışlığına sevinmişsek size ne?

Eğer dün beraberliğe sevinen insanları merak ediyorsanız, maçın son dakikasında Emre Çolak korner atarken bildiği bilmediği bütün duaları okuyan, parmaklarını yemekten tırnakları yok olan ve bütün maç sadece anonsçunun 84. dakikada söylediği “haydi fener haydi fener haydi” tezahüratının iki “haydi”sine katılarak sesini çıkartan renkdaşlarınıza, arkadaşlarınıza sorun.  Onlar dün akşam en çok sevinenlerdendi.

Genç Hasdemir
Read more
0

Kadıköy Senaryoları

Milyonların bekleyip durduğu, diğer tarafta da milyonların hiç gelmemesini umduğu hafta geldi çattı. Dürüst olmak lazım, 'gelmemesini umanlar'ın hangi taraftan olduğu belli =) Ha ama şunu söyleyeyim, ben onlardan biri değilim.

Biletler bu hafta içinde satışa sunulacak. Şahsi fikrim ve umudum Çarşamba sabahı gerçekleşmesi yönünde, ama Cuma'ya kadar sarkabilir, önceden olmuşluğu var. 2000'e yakın bilet satışa çıkacak, muhtemelen kişi başı bilet sayısı yine 2 denecek ama o sınır gişede 1'e düşürülecek. Biletler -umarım- Ali Sami Yen gişelerinde satışa çıkacak. Bu şekilde 2000 bilet, sıraya giren 500 kişi arasında rahat rahat paylaştırılacak. Elbette karaborsa biletsiz kalmayacak, o Allah'ın emri. Bunu söylemem belki şahsi şansım açısından iyi değil ama oraya gelip sıraya girmeyen pişman olacak, çünkü Ali Sami Yen'e gelip de alamayan olmadı geçtiğimiz sene =)

Kadıköy'ün hit şarkılarını söyleyeyim şimdiden, bilmeyenlere hazırlık olsun. Şarkılar hep bir ağızdan mırıldanılır; kalın yerlerde ses kısılır ve taraftar haykırır.

Ciguli - Binnaz

Çalgıcı karısı Cimbom,
Esnaf karısı Cimbom
Kumarcı karısı Cimboooooom, Cimbooooom, Cimbom

Lara - Allah Versin

Alem biliyor adam değilsin,
Böyle gelmiş böyle gidersin,
Dilenme benden aşk dilenme,
Tek sözüm sana Allah versin,
Son sözüm sana Allah versin

Demet Akalın - Toz Pembe

Toz pembe hayaller vardı,
Pembesi gitti tozu kaldı

Atilla Taş - Pembelim (bir ihtimal)

[Bir fikrim yok]

İlk ikisi her senenin klasikleri. Diğer ikisi ise bu sene için bizim tahminlerimiz. Geçtiğimiz senelerde bir kere 'Those were the days' çalındı, ama o bir kere olur diye düşünüyorum :)

Bunun dışında Kadıköy'ün El Clasico'ları anonslar var. 'Büyük Fenerbahçe Taraftarı...' şeklinde başlar anonslar. İlki küfür hakkındadır, hızlıca mırıldanır stad DJ'si. Sonraki ise şu şekilde gider 'rakip takım oyuncuları topu aldıkları andan itibaren, gücümüzün yettiği kadar ıslık ile...'. Bu anonstan sonra bir ıslık antrenmanı yapılır. Maç sırasında hoparlörlerden verilen ıslık sesinin, işte tam da bu sırada kaydedilen ses olduğuna dair sağlam şüphelerim var benim. En son anons da koreografi hakkında olur. Yönetimin müthiş çabasıyla yerlerine yerleştirilen kartonların 'neden orada oldukları', 'neden yerlerinin değiştirilmemeleri gerektiği' ve 'ne zaman kaldırılmaları gerektiği' hakkında kısa bir ders verilir. Buna rağmen o kartonların bir kısmı Kıraç'ın marşı eşliğinde kaldırılır ve stad hoparlörlerinden 'Büyük Fenerbahçe taraftarı, şimdi değil, şimdi değil, İstiklal Marşı'nda' anonsu gelir. :)

Maça %90 Mercan Forma ile çıkacağız. Kadroya futbola değinmiyorum, şu anda Fenerbahçe'den fark yemeyecek bir alternatif yok kadro şekillenmesinde. Şu an 3-0'a el sıkışırım birçok arkadaşım gibi. Şimdi tepki verenler olabilir 'ne biçim Galatasaraylısın?', 'Galatasaray her maça kazanmak için çıkar', 'yazıklar olsun senin gibi taraftara' vb. şekillerde. Bu yorumları yapanlara hatırlatırım, oraya gitmemizin nedeni zaten Galatasaray'a destek olmak, yoksa stadı gezip gelmek değil. Bunları söylüyorum diye de Galatasaraylılığım azalmaz.

Gazamız mübarek olsun, umarım -en azından- skor hakkındaki yorumlarım içimde patlar, havaya uçurur beni. İki anlamda da havaya uçmuş olurum :)

Haydi hayırlısı...

Read more
3

Ahkâm Ustaları Klavye Delikanlıları

Bu yazı belki de şu ana dek yazdığım en dağınık yazı olacak. Baştan uyarmak istedim. O kadar doluyum ki, yazarken aklıma ne gelirse yazacağım ve belli bir düzen kalmayabilir.

Kendimi bildim bileli –ki yaklaşık 15 sene oluyor- Galatasaray’ı izlerim. Galatasaray dışında futbola olağanüstü bir ilgim yoktur, büyük takım maçlarını denk gelirse izlerim, büyük maçları ise denk getirtmeye çalışırım. Çok tip futbolcu gördüm. Dünya Kupası’nda yuhalanan adam da gördüm, kendi başına kupa alanı da. Ben şu 14-15 senelik futbol izlediğim dönem içerisinde Mustafa Sarp kadar sahtekâr, gamsız ve boş bir adam görmedim. En kötü ihtimalle bütün bunları Sarp kadar profesyonelce gizleyebilenini görmedim.

Mustafa Sarp, topun olduğu her pozisyondan mümkün olduğunca kaçan, top almak için bırakın hamle yapmayı; pas vermek üzere hamle yapan arkadaşına her defasında ‘atma’ diye işaret yapan, top rakipteyken -sanki rakip oyuncuda bilgisayar oyunlarındaki küre şeklindeki koruma kalkanı varmışçasına- rakibin 2 metreden fazla yakınına girmeyen ve bütün bunları yaparken de pas isabet oranınını %90 altına düşürmeyen bir ‘futbolcu’ çakmasıdır. Bence gerçek El Mago (Sihirbaz) Mustafa Sarp’tır. İBB Maçında üşenmedik, 7 dakika boyunca bu adamı kameraya çektik. Altta video mevcut, lütfen izleyin. İzleyin ki görün, bir orta saha oyuncusu, hem de Galatasaray’ın orta saha oyuncusu, 7 dakika içerisinde top ile ne kadar ‘az’ sayıda karede bir arada görünebilirmiş.

[Okulumuzun çağ ötesi internet bağlantısı sağolsun, videoyu upload edemiyorum. En kısa zamanda dışarıdan birine upload ettirip ekleteceğim.]


Bu adam top almıyor, bu adam sorumluluk almıyor, bu adam verdiği pasların %70’ini geriye, %25’ini paralelindeki adama veriyor, bu adam toptan kaçıyor, saklanıyor, kamufle oluyor, bu adam futbol falan oy-na-mı-yor!

Mahalle Takımı diye bir blog var, mutlaka duymuşsunuzdur, duymadıysanız da duymuş olun ve girin takip edin. Bu blogda yazan kişiyi, yani Nazmi Amca’yı şahsen tanırım. Galatasaray’ı 2-3 yıldır beraber kurtarırız biz birkaç kişi. Bu sayede, Mustafa Sarp’ın sahtekarlığı konusunda ilk uyananlardan sayabilirim kendimi.

Şahsi fikrim, yaşamak dâhil bütün eylemler birer hak değil, ayrıcalık olmalıdır. Futbol oynamak bir ayrıcalık olmalıdır. Hadi bu çok faşistçe derseniz kategoriyi değiştirelim; Galatasaray’da futbol oynamak bir ayrıcalık olmalıdır. Bence bir insanda en önemli nitelik IQ’dur (Intelligence Quotient, Zekâ Katsayısı ya da Entellektüel Zekâ diye çevirebiliriz). Beceriksiz bir insan, çalışıp, hırs yapıp, elinden geleni verip bir şeyler yapabilir; ama aptal adam aptaldır, hiçbir zaman başarılı olamaz. Bakın Barış’a, adam aptal, beyinsiz. Gitti bir de buna rağmen Almanya Milli Takımı’nı seçti. Barış emin olsun ki Almanlar, Barış’ın forma giyeceği ilk maç için gün sayıyorlar! :)

Mustafa Sarp’ı tam olarak beyinsiz kategorisine sokamıyorum. Bunun nedeni ise basit. Bu adamı savunan o kadar çok insan var ki, bazen düşünüyorum, böyle kitleleri peşine takabilmek için biraz çakal olmak gerekir. Zeki ve beceriksiz birisi isen, beceriksizliğini belli etmemek adına elinden geldiği kadar kaytarıp, bunu çok çakal yollarla örtebilirsin. İşte Sarp bunu yapabiliyor çoğu zaman. Bütün bir maç oynamıyor, Servet’e 83, kaleciye 127 pas atıyor; ama son dakikalarda herkes yorulmuşken bir pres yapıyor, uçuyor, kayıyor hop bir bakıyoruz tribün gazı almış Sarp’ı alkışlıyor. İşte bu çakallıktır ve ben bu adama beyinsiz demeden önce iki defa düşünmeliyim. Aslında bazen öyle zamanlar oluyor ki bu adam o çakallığı bile yanlış yapıyor, işte bu zamanlarda da aklının kapasitesini gözler önüne sermiş oluyor. Orta sahada Mustafa Sarp’ın oynadığı bir takım, rot mili olmayan bir otomobil, oksijen üreticisi olmayan bir denizaltı, elektronik aksamı olmayan bir savaş uçağı ya da kafası olmayan bir insana benzetilebilir. Tabi bu örneklerin sayısı hayalgücünüzle sınırlı, türetin istediğiniz kadar. İşte bu noktada hedef kayıyor.

Bu zamana kadar Frank Rijkaard’ı hep savundum. Kendi fikrime göre hata olduğunu düşündüğüm şeyleri dile getirdim; ancak hep arkasında durdum. Onun bir Sir Alex Ferguson örneği olmasını istedim bu ülkede. Bugünden itibaren karşısına geçmiş bulunuyorum. Bu zamana kadar savunurken hep şunları düşündüm; “yahu bu adamın istediği takviyeler yapılmadı, acaba bu yüzden alternatifi olanlarda bile ‘alın işte bu sizin oyuncunuz’ diyerek mi ısrar ediyor, bu yüzden mi Barış’a, Sarp’a, Servet’e falan hâlâ şans veriyor? Ya da bizim görmediğimiz bir şeyi görüverdi de onu bize de göstermeye mi çalışıyor?” Bugünkü maçtan sonra bu önermemin tamamen çürüdüğüne inanıyorum. Mustafa Sarp, değil Galatasaray’da, futbolun gelişme adına umut vaadettiği herhangi bir 5. Dünya ülkesinde bile futbol takımı forması giymemeli, futbol topuna ayağını değdirmemelidir. Bu adamın sahtekarlığını görmemek için ahmak, bu adamı savunmak için ise toptan gerizekalı olmak gerekmektedir. Bu adam beyinsiz bir çakaldır, ‘şans’ faktörünün insan hayatına etkisine en büyük misaldir. Mustafa Sarp aslında, koskoca bir HİÇtir!

Şimdi bir diğer efsane isme gelelim, Servet. 2 sene öncesine kadar ileri yardıra yardıra kendince çıkardı, stad yıkılırdı ‘Serveeet Serveeet’ diye. Peki şimdi niye böyle oldu? Umurumda değil niyesi. Benim şu anda izlediğim Servet’in kapasitesi, Belgrad Ormanları’ndan kesip getireceğiniz bir adet çam ağacı ile aynı seviyede. Kısacası odundan farksız. Bir kere herifin zekası yok. Futbol zekası falan değil ha, o kadarını beklemek ayıp olur zaten, normal zekası bile yok. Havadan gelen topun nasıl sekeceğini hesaplamaktan, topa ne yöne doğru vurursa istenilen yere gideceğini bilmekten, oyun kurma görevinin stoperlere ait olmadığını farketmekten aciz bir insan müsveddesi. Topa kafa vurmaya çıktığında genellikle ensesiyle, şanslıysanız da kafasının tam üstüyle vuran –Anadolu deyimiyle ‘süsen’- bir defans oyuncusu. Attığı uzun toplar %0,02 isabetli olmasına rağmen her fırsatta yine uzun top tercihini yapacak kadar beyinsiz bir oyuncu. Bütün bunların yetmediği gibi bir de çıkıp gazetelere verdiği röportajda ‘Barcelona’da oynasam Maradona olurdum’, ‘Pique’den, Puyol’dan ne eksiğim var?’ ve türevi şekillerde demeçler verebilecek mallıkta bir oyuncu. Maradona’nın oynadığı mevkiden de bihaber olsa gerek ‘Türkü Baba’mız. Bu adamın oynadığı yerde, altyapıdan herhangi bir oyuncu ‘en az’ onun kadar performans gösterir. Tabi bir de teknik direktörünü satma muhabbeti çıktı şimdi, ona da değinmeden olmaz.

Rijkaard geldiği zamanlar dedi ki, ben bu takımı 4-3-3 oynatacağım. Allaaaah dedik, heyecanlandık, 4-4-2 ile neler başardık, teknik direktör Rijkaard iken bir de 4-3-3 dizilimiyle, takviyelerle hücum futbolu oynarsak kim bilir neler yaparız dedik. 4, 5, 6 attık millete. Sonra ne oldu? Ne oldu söyleyeyim, bu takım aslında hiçbir zaman 4-3-3 oyanayamadı. Bu takımın oynadığı dizilim ve oyun biçimi –çok çok ufak istisnalar haricinde- her zaman 4-5-1 idi. Benim ve çevremdekilerin tek bir umudu vardı, o da Rijkaard gibi bir teknik adamın, Barcelona’yla alınmadık kupa bırakmayan bir teknik adamın, takımdaki gerizekalıları ayıklaması ve bizi bunlardan sonsuza dek kurtarması. Ama olmadı. Barış oynadı, Sarp oynadı, Servet oynadı, Aydın oynadı, yetmedi Ali Turan oynadı. Kimseye şans verilmesin demiyoruz, elbette şans verilecek de kardeşim bu adamlar birer banko, hatta kimi zaman birer kurtarıcı olarak görüldü. Yukarıda da dediğim gibi düşüncemiz tekti: “bu adamın talepleri gerçekleştirilmedi, bu nedenle yönetime ‘alın işte sizin verdiklerinizle bu kadar’ mesajı veriyor”. Bugün anladım ki böyle bir mesaj söz konusu değil.

Diyorlar ki Servet Frank Rijkaard'ı satmış, bu nedenle oynamamış. Açın iki sezondur Servet’in oynadığı ve yediğimiz golleri izleyin, bakalım kaç tanesinde Servet’in hatası ‘yok’. Sakın yanlış anlaşılmasın, Servet öyle şey yapmaz, kimseyi satmaz falan demiyorum ha. Tek demek istediğim, insanlar bir oyuncunun aslında ne derece kazma ve beyinsiz olduğunu görmek için böyle komplo teorilerine (gerçek olabilir) ihtiyaç duyuyorlar, artık şunun farkına varmalıyız. Servet oldum olası kazmaydı, oldum olası “FİZ 001 - Fiziğe Giriş” dersinden kalacak kadar kafasızdı. Bir savunma oyuncusu, bir futbolcu, bir sporcu, yahu normal bir insan, yere düşmekte olan topun nasıl sekeceğini kafasında canlandıramaz mı? Servet hiç canlandıramadı. Bu adama kızdık, onu yuhaladık diye biz kötü olduk, biz küfür yedik. Bu akşam ne oldu peki? Servet maç sonlarına doğru her top aldığında tribünler uğuldadı. Dediğimize vardılar yani. Klasik bir ‘biz demiştik’ senaryosu oldu.

Uzun bir aradan sonra ilk kez tribünlerimizde ‘istifa’ kelimesi haykırıldı. Şimdi işte asıl beni rahatsız eden konulara değineceğim. Taraftarlık, tanımını yapmanın bana düşeceği bir kavram olmayabilir; ancak şunu bilir, şunu söylerim ki hayatında iki maça gitmeden, tribünün, bilet sırasının, stada girişin cefasını çekmeden klavye başında oturup da onu edeyim, buna koyayım diyerek taraftarlık olmaz. Bazıları var, diyorlar ki ‘Galatasaray tribününden iğreniyorum, ıyyyy’ Ulan Galatasaray tribünü dediğiniz ne sizin, bre bit yavruları? O tribünde ben de varım, benim akrabalarım da var, üniversiteden arkadaşlarım da var, birçoğunun babaları, hatta anneleri de var. Neymiş iğrenç olan? Deyin ki paralı askerlerden iğreniyorum, e peki biz çok mu bayılıyoruz? Tribünde o 500, bilemedin 1000 kişi dışında herkes mi gerizekalı da kendileri istemedikleri hâlde sırf onlar dedi diye tepkilere katılıyorlar? Silahla tehdit ediliyoruz falan mı sanıyorsunuz ya da? Bugün ‘Frank Rijkaard İstifa’ sesini duyar duymaz katıldım tezahürata. Ben de mi para, bedava bilet, kombine alıyorum şimdi kulüpten? Evet, Rijkaard istifa. Sistemde ısrar ettiği için değil, başarısız sonuç aldığı için değil, yumuşak tavırlı bir hoca olduğu için hiç değil; Sarp ve Servet gibi gerizekalıları hâlâ bu kadroya koyduğu için Rijkaard istifa. Diyorlar ki Servet Rijkaard’a karşıymış. Ulan kadroyu babam mı kuruyor? Koymasın madem Rijkaard Servet’i! Neymiş, alternatifi yokmuşmuş. Altyapıdan ‘herhangi bir’ oyuncunun, bugün Servet’in yaptığı(?) işten daha azını yapma ihtimali ve şansı yüzde kaçtır acaba? Serdar Özkan diye bir adam vardı, ben gayet umutluydum ve adam da gayet oynamıştı oyununu. Bu adam nerede? Pino ne yaptı? Emre Çolak nerede? Hani altyapıya verilen önem? Hani altyapı oyuncularına verilen şans? Neyse, konu dağıldı, tribüne dönelim. Bazı gerizekalılar diyorlar ki, tribün kişiliksizmiş. 3-1 iken istifa, 3-2 iken saldır Cimbom, 4-2 iken tekrar istifa denmiş. Ulan gerizekalılar, Baros’un sapkadan tavşan çıkarması dışında bir kurtuluşumuz olmadığını, bunun için de Baros’un hırsından başka hiçbir şeyin etkili olmayacağını görmemek için ne kadar aptal olmak gerekli? 3-1 iken maç kopmuş, tribünden doğal ve ani bir tepki patlıyor. 3-2 olunca tirbün ‘bir umut’ diye gaza geliyor, sonra çaaat 4-2 ve maç gitti deniyor. Mehmet Helvacı bir laf dedi “taraftarın tepkisi ne olursa olsun bunu maç bitiminde göstermeliydi” diye. Kesinlikle haklı ve kesinlikle doğru olan bu bence. Ama ne olursa olsun, orada kıçını yırtıp da sonra maymuna çevrilen bir Galatasaray izledikleri için sorumlululara tepki gösterenler suçlu ilan edilemez! TV başında ben de çok maç izledim zamanında, gayet kolay gelirdi. Çay demlenir, hüüüp diye içerken pozisyona göre ‘ahh be’, ‘ulann’ gibi tepkiler verilir, kaçan pozisyonun sebepleri tartışılır, gol olunca goool denir, maç bitince de kanal değiştirilir ya da maç yorumları izlenir ve yatılırdı. Peki tribünde ne oluyor? Maça giriyorsun, arkadaşlarına, aşina olduklarına selam veriyorsun, yerini alıyorsun. 500. maçın olsa bile doğal bir heyecan oluyor, hele dün gece için, haftaya fener maçı var, ona ithafen tezahüratlar yapıyorsun falan filan. Maç başlıyor, hoop bir gol yiyorsun ama susmak yok. Bağır bağır bağır... Sonra bir bakıyorsun senin Galatasaray’ın maymun olmaya başlamış. Sorumlular belli, sorumluyu oraya koyan belli. ‘Arkadaşlar desteğe devam, maç bitince sövelim’ Var mı lan böyle bir şey? Mümkün olabilir mi 25000 kişide bu şekilde bir ortak irade? Sen futbolcu için diyorsun ‘onlar da insan’ diye, onlar insan da tribündekiler robot mu? OFF tuşuna basınca duracaklar mı? Nasıl ki sert bir faul, elle oynama ya da benzer bir pozisyon olunca tepki çaat diye geliyorsa, senin Galatasarayın maymuna çevrilince de o tepki o derece doğal ve ani oluyor. Evet, tezahürat Kapalı’nın ortasından başladı. Peki neden herkes katıldı? Bütün Kapalı Üst aptal da siz misiniz tek akıllılar. Bütün Kapalı Üst satılmış da siz misiniz tek asil ve sadık taraftar? Hadi lan ordan! Herkes önce iki dakika oturup düşünsün, ondan sonra yapsın yorumunu. Sizin şimdi ön elemeyi geçemediğiniz kulvarda takımı finale taşıyan taraftar da bu taraftardı, şimdi ne oldu? Taraftarın tepkisi başarı ile alakalı olsa, takım mücadele edip kazanamadığı maçlardan sonra tribüne çağrılır mıydı? (Buna son 5 senede kadıöydeki ki 2-3 Fener maçı dahil mesela. Tabi bunu bilmek için orada olmak gerekir, medyada çıkacak bir konu değil yenilen Galatasaray'ın tribüne çağrılması) Sağımda, solumda, önümde, arkamda tribünde yürüken selam vermekten başı ağrıyan 20-30 yıllık tribüncü adamlar var. Adamlar 14 seneyi görmüşler, bizle aynı tepkiyi gösteriyorlar; ama neymiş, tribün karaktersizmiş. Rijkaard’ın suçu yokmuş, suç yönetiminmiş. Kardeşim siz siyah-beyaz mı görüyorsunuz dünyayı? Ya da bilgisayar bilimleri ile çok ilgilisiniz de herşeyi 0 ya da 1 olarak mı değerlendiriyorsunuz? Şahsen benim Rijkaard istifa demiş olmam yönetimden memnun olduğum anlamına mı geliyor? Bu adam Cana sakat değilken de Sarp’ı oynattı defalarca, kurtarıcı olarak Barış’ı, hatta 8 senedir kıvılcım beklediğimiz Aydın’ı aldı, bunları da yönetim mi istedi? Yönetim mi dedi Pino kötü olsa da sahada kalsın, sakın yerine Serdar Özkan’ı sokma diye? Yönetim mi dedi Servet olmazsa küserim diye? Bu adam, bu ülkede, bu ligde, bu kulüpte ya-pa-ma-dı arkadaş! 4-3-3 diye tutturdu da tutturdu, 2 senedir 4-5-1 oynuyoruz, kendi evimizde bile 2 forveti yan yana göremiyoruz, sonra adamı istifaya çağırınca kötü biz oluyoruz. Misimovic alındı, herifin milli takımda ve eski takımında nasıl oynadığı belli, ortada yok adam. Yönetimin suçu mu? Arda efendi bir anda başrolden çıktı takımda (-ki kendi kaprisleri de bunda etkili ve kesinlikle sinirliyim ona karşı) herhangi bir elemanı oldu takımın, yönetimin suçu mu? Baros her maç kıçını yırta yırta artık orası burası çekip esner oldu, yönetimin suçu mu? Elano Brezilya ile şov yaptı, asist yaptı, gol attı, Galatasaray’da 11’e giremedi, yönetimin suçu mu? Şimdi aldığınız gazları ağır ağır salacaksınız ve biraz sakinleşeceksiniz. Bu takım, bu kulüp, bu camia için elbette herkesin seviyeli yorumlar yapmaya hakkı var, amaaaa tribünde olmayıp da kimse tribünün tepkilerine sayıp sövemez! Ben oraya 10 kişi gelmişim, 20000 kişiyle aynı şeyi söylüyorum diye kişiliksiz, satılmış, çapulcu mu oluyorum? Size ne ulan? Benim fikrim o yönde, ve o yönde bağırıyorum. Madem sen çok karşısın, gel sen de kendi başına ‘susun susun ayıp’ diye bağır!

Bakın beklenen maç geldi çattı. Allahtan teknoloji ilerledi de iletişim kesilmiyor, yoksa maç saati online hareketlerle kim nerede ne yapıyor belli olurdu. Biz ne mi olurduk? 23:30’dan önce ekran başına geçemezdik. Şimdi telefonlar falan var da güncel kalıyoruz. Gideceğiz, 2500 kişiden biri olacağız, bağıracağız, destekleyeceğiz, sonra düzenli dayağımızı ve biber gazımızı yiyeceğiz, evlere dağılacağız. Ha ama tabi yine satılmış, yine kişiliksiz olanlar biziz. Neden? Çünkü bilet sırasına gece 00:00’da gidiyoruz. Neden? Çünkü orada olmak için her şeyi iptal ediyor, tüm imkanlarımızı seferber ediyoruz. Neden? Çünkü maç için Konya’dan, Kayseri’den gelenler var aramızda. Neden? Çünkü biz Galatasaray nerede ise oraya gidiyoruz. Tabiki bizim fikir beyan etme hakkımız yok, ancak ve ancak ekran başındaki o klavye delikanlısı cengaverler yaparlar yorumlarını, arada bize de geçirirler laflarını, sonra çaylarına devam ederler. Biz üniversite okumuyoruz, biz insanlık bilmiyoruz, biz futboldan anlamıyoruz, biz çapulcuyuz. Elbette böyle. Hatta şu an yazıyı da Tarlabaşı’nda yazıyorum, bitince gidip biraz yankesicilik yapacaz bizim çocuklarla.

Allah için, şu kulübü nasıl severseniz sevin; ama bırakın biz de bildiğimiz gibi sevelim. Bırakın biz de azıcık anlayalım şu oyundan be kardeşim, bırakın!
Read more
1

2. Ödüllü Yarışmamız Sonuçlandı...


Twitter üzerinden sorduğumuz soruya ilk doğru cevabı vererek Pazar akşamki İBB maçına Alpaslan Dikmen (Eski Açık) Tribünü'nden 1 adet bilet kazanan @ilknurevrenk nickli takipçimizi tebrik ediyoruz. Gelecek yarışmalarda siz de ödül kazanmak istiyorsanız aslanliyol'u takip edin!
Read more
2

Ödüllü Yarışma #2



Cuma günü içerisinde twitter üzerinden soracağımız soruya doğru cevap veren ilk takipçimiz, Pazar akşamı Ali Sami Yen Stadı'nda oynanacak olan Galatasaray - İBB maçına Eski Açık Tribününden bilet kazanacak. Takipte kalın...
http://twitter.com/aslanliyol
Read more
0

Ödüllü Yarışma! #1



Perşembe günü twitter üzerinden soracağımız soruya doğru cevabı veren ilk takipçimiz, 13 Eylül Pazartesi günü Ali Sami Yen Stadı'nda oynanacak olan Galatasaray - Gaziantepspor Spor Toto Süper Lig maçını Eski Açık Tribününden izleme fırsatı yakalayacak!

Çarşamba günü oynanacak olan Slovenya - Türkiye, FIBA Dünya Kupası 2010 Çeyrek Final mücadelesini dikkatle takip etmenizi öneririz. ;)

Herkese bol şans!

twitter.com/aslanliyol
Read more
1

Enstantaneler #1

Seri yapmak moda olmuş, e modaya uymak lazım ;)



Umarım bu ikili kolay kolay tribüne çıkmaz artık bu sene.
Read more
0

Transfer sezonunun sonuna doğru

Nostalji yapalım, Adnan Sezgin'in takıma kazandırdıkları



Read more
0

Adnan, Sezgin’i de al ve lütfen istifa et!

(Başlık ve aşağıdaki içerik tamamiyle Star Gazetesi'nden alıntıdır)

Adnan Polat benim 20 küsur yıllık dostumdur. İnsan olartak tek laf etmem, edemem, ettirmem de.

Ama Galatasaray tarihinin en çok yanlış yapan başkanı olma yolunda emin adımlarla ilerlemesine de sessiz kalamam artık!

Bak Sevgili Adnan; Adnan Sezgin’i Galatasaray camiasında bir tek Allah’ın kulu istemiyor.

Görmeye tahammülü yok o görevde.

Futbolcusu da istemiyor.

Teknik direktörü de.

Florya’daki çalışanlar da.

Ama sen, nedense, Adnan Sezgin’e can simidi gibi yapışmışın bırakmıyorsun!

Yönetimde değilken Sezgin’i Malatyaspor’a önerdin, olmaz dediler. Sonunda Şekerspor’a yerleştirdin.

Şekerspor nere Galatasaray nere birader!

Zamanında Türk spor tarihinin en başarılı başkanı Faruk Süren ve yönetimlerini acımasızca eleştirirdin. Şimdi yüzün kızarıyordur herhalde Adnan’cığım.

Dilersen, işe transfer döneminde akıllara ziyan, bir ilkokul çocuğunun bile yapmayacağı yanlışlardan başlayalım:

1. Frank Rijkaard, Servet Çetin’i istemiyor. Lucas Neill’in yanında güveneceği, sol ayağını iyi kullanan bir stoper diye yırtınıyor. Haldun Üstünel, İngiltere’de bu stoperi buluyor. Adnan Sezgin istemedi diye “Hayır” diyorsun Adnan.

2. Lütfi Arıboğan’la 2 hafta görüşüyor Haldun. Senin onayınla sözleşme hazırlanıyor. Arıboğan, Futbol AŞ Genel Müdürlüğü’nü kabul ediyor. Haldun Üstünel, sana gelip anlatıyor. Sen “Hemen arayacağım. Aferin, iyi yapmışın!” diyorsun ama Lütfi Arıboğan’ı aramıyorsun bile.

3. Keita’nın satılmaması konusunda gerek Haldun Üstünel, gerek Murat Yalçındağ, gerek Rijkaard seni defalarca uyarıyor. Sense Adnan Sezgin’in “Daha iyisini buluruz... İyi para veriyorlar adama” sözüne kanıp Galatasaray’ın en iyi oyuncularından birini satıyorsun. Yerineyse kimseyi hala alamadın!

4. Mehmet Topal gitti. Yerine ön libero aldın; olmadı Mustafa Sarp daha iyi çıktı! Şimdi İspanya’da, Real Betis’in kapısında üçüncü ön liberoyu bekliyorsun.

5. Sağ bekin yok. Sol bekin yok. Stoperin tek. Kalecin, eh şöyle böyle.

Bu yerlere adam aramıyorsun bile.

6. Haldun Üstünel, “Adnan Sezgin istemedi diye, başkan istifa et dedi. Ben iyi bir Galatasaray’lıyım; istifamı hemen yazıp verdim. Ben Adnan Sezgin’in Galatasaray’a zarar verdiği kanısındayım” diyor. Haldun Üstünel’i Galatasaray camiası seçti. Adnan Sezgin’iyse sen atadın. Galatasaray tarihinde ilk kez bir seçilmişi bir atanmış için feda eden başkansın!

7. Yılbaşından sonra yeni statta oynayacak Galatasaray, eğer son anda bir engel çıkmazsa. Peki, yılbaşı geldiğinde, yani ilk devre bittiğinde, Galatasaray sıralamada kaçıncı olur? Bana sorarsan beşinci olarak ikinci devreye girerse büyük başarı!

8. Galatasaray Futbol Takımı özgüvenini yitirmiş. Sivas’ta 1-0 öne geçen Galatasaray, maçı 2-1 kaybeder mi? Futbolcular ancak 60 dakika top oynuyor, o kadar! Sorunları olduğu belli. Nedir bu sorunlar? Biliyor musun? Adaşın biliyor mu?!

9. Haldun Üstünel lehine tribünlerde tezahürat yapılmasın diye tribün önderlerine bedava bilet dağıtıldığı ve bunların stat önünde, iki hatta üç katı fiyatla satıldığı iddiaları doğru mu?

10. Gene Adnan Sezgin’in hatalarını örtbas etmek için, “Rijkaard’ı Türk futbolcular istemiyor” gibisinden uyduruk haberler çıkıyor kimi gazetelerde. Tekzip etmiyor, ettirmiyorsan, bunları kimin yazdırdığı konusunda camiada soru işaretleri oluşuyor!

Adnan’cığım, önünde iki seçenek var:

A) Adnan Sezgin’in istifasını iste. Haldun Üstünel’i ya da Mehmet Cıbara’yı çağır, futbolla bu ikilinin birlikte ilgilenmesini sağla. Haldun’u Futbol AŞ’nin başına getir. Transferlerde de Mehmet’le birlikte çalışsınlar.

B) Olağanüstü Kongre kararı al; istifa et.

Yoksa sana yazık olacak. Seni benim gibi gerçekten seven insanları da çok üzeceksin.

Aziz Üstel
25 Ağustos 2010
Read more
0

Satıldın Galatasaraylı!

Hem de hiç beklemediğin, Galatasaray aşkından zerre kuşku duymayacağın birisi tarafından. Adnan Polat seni göz göre göre, belki yanlış planları için, belki de kaprisleri uğruna seni sattı. Kurucunun felsefesi ve amacı yeşil dolarlar uğruna satıldı, günü kurtarma uğruna da üzerine tüy dikilecek. Sen de öyle susturuldun ki; ligde kümeye oynarken sesin çıkmıyor, haftasonu oynayacağın Eskişehir maçında alacağın kesin bir mağlubiyet bile seni sinirlendiremiyor.


GSBonus, GSBilyoner, GSMobile, GSTV, dergi, mor forma, mercan forma dediler, hepsini aldın. Kulübeden bozma, her an yıkılabilecek stadın kombinelerini bitirdin. “Yahu biz forma alıyoruz, arkasına Barış Özbek mi yazdıracağız?” diye düşündün, sana kızdılar. “Yahu biz kombine aldık, Mustafa Sarp’ı mı izleyeceğiz?” diye düşündün; formanın, armanın kutsallığından bahsettiler. Zannetmeyin ki bu kulübün beş kuruş parası yok, ikinci ligden gelecek transferlere muhtaç. Adnan Polat’ın tek hayali, ikinci devre transfer bombalarını patlatarak, hem kötü gidişata dur diyebilen bir başkan olmak, hem de yeni kombinelerin hepsini satabilmek. İşte sana bu kadar güveniliyor Galatasaraylı. Geçen seneki transferlerin Kapalı tribün değeri 1500 liraydı, bu sene hepsini satıp seni Barış’a, Sarp’a, Aykut’a mahkum ettiler ve yine yarım dönemlik 750 lira istediler. Yüzü eskimesin diye bütün transferleri sezon ortasına bıraktılar ve sen suçu emir kulu Sezgin’de buldun. Sezon ortasına kadar şampiyonluk gidecek, Avrupa’dan eleneceksin ama başkanın suçu ya Rijkaard’ın üzerine ya da müdürün üzerine yıkacak. Ey Adnan Polat, sen değil miydin “Transfer bir ekip işidir, Haldun kadar başka sihirbazlarımız da var.” diyen. Nerede şimdi sattığın Keita’nın, yolladığın Gio’nun yerine transferler?


Şampiyonluğu, hayallerimizi, Avrupa hedefimizi para için sattılar, gözünün içine baka baka seni umutsuzluğa mahkum ettiler ve sen gık çıkaramadın değil mi? Keita’yı sattıkları parayı İspanya 2. ligine gömecekler değil mi? Önce aynaya bak Galatasaraylı, hata başkanında mı, müdüründe mi, futbolcunda mı, teknik direktöründe mi yoksa sende mi, kararını ver.

Read more
1

18 takimdan herhangi 1 tanesi: Galatasaray

Oncelikle belirtmek istiyorum ki, cok agir yazacagim. Onun bunun kopegi olmus, birilerine koru korune tapmakta olan insanlar bunu bilsinler, sonra gurultu yapmasinlar. Ha twitter'da unfollow mu yapmis, bir daha bloga girmemeye yemin etmis cok da umrumda degil o kismi acikcasi.

Kendimi bildim bileli Galatasaray maclarini izlerim. Son 13-14 yili da net hatirliyorum. Bulent Akin'i, Inamoto'yu, Tamas'i ve daha nicelerini izledim gerek TV'den, gerek bizzat staddan canli olarak. Ben hayatimda bu kadar basiretsiz bir Galatasaray gormedim.

En buyuk problem oldugunu dusundugum yerden baslayayim: Arda Turan. Bu adam 4 senedir as olarak bu takimda futbol oynuyor. As takima ilk ciktigi gunden bugune bir bakalim, Arda hangi ozelligini gelistirdi? Bir kulvar yok ki cikip birisi desin 'yok kardesim Arda bu konuda baya gelistirdi kendini'. O ilk gunden beri, her firsatta, uzerine basaaa basaaa ayni kelimeleri sarf etti; 'Galatasarayliyim, Fenere gitmem, Avrupa'da kupa almadan Avrupa'ya gitmem'. Yeter be artik YETER! Bu adamin nesi buyuk kaptan, nesi 10 numara, nesi buyuk Galatasarayli cikip biri bana bunu soylesin! Lafa gelince 'adam kac yasindan beri bu camiada, buyuk fedakarliklar yapmis' diyenler var. Siz aptal misiniz, salak misiniz, manyak misiniz? Galatasaray altyapisinda futbol oynamak fedakarlik mi? Hagi'nin oynadigi takimin macinda top toplamak mi fedakarlik yoksa? Yanlis anlasilmasin, 'Arda fedakarlik yapmali' diye bir onermem falan yok; ama bu adamin nesi ozel? Galatasarayliliga gelince ondan daha Galatasarayli milyonlar var dunyada. Ne Galatasaraylilikmis kardesim. Adam kondisyonunu gram gelistirmedi, yeni calimlar uygulamadi, cektigi sutlarin akibetleri belirsiz... (yine gelistirmis bu sene baya ama milli maclar disinda bir numarasini goremiyoruz) Bu adamin nesi ozel diye bas bas bagiriyorum, bir kimse su su su diye cevap veremiyor cikip da. Arda her neden simarmissa, her kime kusmusse, ne sebeple burada duruyor olursa olsun beni ilgilendirmiyor. Bu takimda onu elestirmeden baska biri icin agzini acan carpilir! (Baris Ozbek, Aykut ve Sarp da dahil bu laf edilmemesi gerekenlere) Senin taraftarinin bi bok zannedip bas taci yaptigi velet o kutsal formayi giyecek, Metin Oktay'in veliahti olarak gosterilecek ve ondan sonra sahada bir bok yapmayip sucu ota boka mevkiye atacak. Yok ya?! Soyleyemeden gecemeyecegim, en buyuk aptallar ordusu, bu adami daha bir hicken alip bas taci yapanlardir. Herif mactan sonra cikip kendi takim arkadasi hakkinda bir iki laf etti, hoop siktiri cektiler lincoln'e, sonra efenim neymis 'bu sezon takimi Arda,nin uzerine kuracaklarmis' Arda'nin uzerine sezon plani degil, antrenman takimi kurulmaz be. Ben hicbir zaman bu adami bas taci yapmadim, Galatasarayli adami elbette dogal olarak severim, digerlerinden yeri farklidir, ama cikip da reklam yaparsan sen her defasinda tuttugun ve asla gitmeyecegin takim hakkinda, senden beklentilerim elbette diger butun oyuncularinkinden fazla olur! Ahmet Cakar'a o donem ben de cok sovdum ama adam hakli. Arda, Messi'nin bacagi degil, ayak parmagi olamaz. Su an cok buyuk bir iddia koyuyorum ortaya, isteyen iletisime gecsin, gercek hayata tasiyalim iddiayi, Arda Turan, hicbir zaman bir Hakan Sukur kadar, bir Hasan Sas kadar hatta bir Umit Davala, Ergun Penbe ve simdi bize atip tutan Hakan Unsal kadar buyuk bir topcu o-la-ma-ya-cak-tir! Buraya yaziyorum, isteyen caps mi alir, sayfayi mi kaydeder bilemem, Arda futbolu rastgele bir takimda birakirken (fenerbahce olur diye dusunuyor ve umuyorum) anariz bu yaziyi. (Arda Turan'in senede 2-3 kucuk mac kurtarma kontenjani vardir, kimse o maclardan sonra cikip da bana 'aha noldu' demesin. Ona hazirlikliyim, her ortalama topcunun o kadar kontenjani vardir). Arda Turan, seni sevmiyorum; senden nefret ediyorum Galatasaray formasinin hakkini vermek icin elinden geleni yapmadigin icin.

Neill, Baros ve Kewell'in ne kadar mukemmel insan ve topcu olduklarini yazmayacagim, tek diyecegim sudur ki; boyle bir Galatasarayda oynamak durumunda kaldiklari icin onlara aciyorum ne kadar para alirlarsa alsinlar. Takimin IQ ortalamasi, embriyo duzeyinde, inci tabiriyle sanki herkes 'embriyodan terk'! Her turlu belayi okudugum Sarp, Baris, Ali Turan, Servet, Hakan Balta ve digerlerine deginmek, tekrar kafami bozmak bile istemiyorum. Alayi basiretsiz, kafasi basmayan, futbolcu olmasa yevmiye ile calisan bir isci bile yapilmayacak bos bos adamlar.

Macin sonlarina dogru, ozellikle 2. golden sonra 'Sezgin, bu takim eserin' diye tezahurat yapildi ve sirasiyla Abdel Kader Keita, M.Topal, Nonda anildi. Topal ile Nonda'nin anilmasi da tribundeki IQ seviyesinin yesil sahadakilerle pek de farkli boyutlarda olmadiginin kanitiydi. Baros yerine Nonda, Ayhan yerine Topal olsa cok mu iyi olacakti takim? Valla ben bu takimin kimin eseri oldugunu bilmem ama, boyle bir takimla sahaya cikmamizda sorumlu olan herkesin cok buyuk serefsiz, haysiyetsiz ve daha nice sonu -siz ile biten sifatlara sahip olan insanlar oldugunu soyleyebilirim. Alayi Allahlarindan bulsunlar.

Mac sonunda bir adam diyordu ki "aslan gibi oynayan barisi cikartip yerine Elano'yu aldi, boyle hoca mi olur?!" biraz tartistiktan sonra acikcasi soke oldum ve donakaldim tribunde. Evet, bir 'taraftar' bu takimi ancak baris ozbek, mustafa sarp gibi mucadele eden aslan Turk delikanlilarinin kurtaracagini, 2008'deki basarinin Turk oyuncularla geldigini, Kewell, Baros ve digerlerinin paralarini alip sahada hicbir sey yapmadigini soyluyordu. Acik acik soyluyorum, bu adamin soylediklerinden 1 kelimeye bile hak veren, ayni dusunen varsa GERIZEKALInin onde gidenidir, aptaldir, salaktir daha da onemlisi MALDIR! Baris Ozbek'in ortalama bile gorulmesi benim gozumde malliktan ote degildir, oyle adama selam bile verilmeden gecilmelidir. Bu inanilmaz ornekten sonra benim inancim komple gitti. Isterse tribun 90dk kicini yirtsin, artik eski degeri yok benim gozumde. Ben kendim destegimi verir, sonra ceker giderim, kim kimi seviyorsa sevsin. Baris'i sevenin de Allah belasini versin!

Son olarak deginmek istedigim konu 'centilmenlik' konusu. Eger centilmenlik, rakibin sirf zaman gecirmek icin kendini yere atip, ondan sonra kosarak oyuna girdigi pozisyonda topu taca atmaksa, resmi bir mac oncesinde gidip rakip oyuncularla tokalasmak, sarilip geyik yapmaksa, saha icinde bir bok yapamamis olmaya ragmen oyunun durdugu anlarda yuzunde bir tebessumle rakip oyuncuyla muhabbet etmekse ben bu takimda centilmen adam IS-TE-MI-YO-RUM! Neeskens'in bu blogda da yayinladigim GSTV ropartajinin ilgili kismini da okumanizi tavsiye ederim bu konuda. Benim futbolcum mactan once konsantre olmali, rakiplerini birer dusman olarak gormeli ve futbolun gerektirdigi her seyi layikiyla sahada uygulamalidir. Kazanirsa eger maci, gider rakiple sarilir mi, opusur mu, yiyisir mi, orgy mi yapar umrumda degil; ama o adam rakibini 90dk ve de oncesinde tanimadigi biri olarak gorup konsantrasyonunu ve ciddiyetini asla kaybetmemelidir. Aksi yavsakliktir.

Bugunku maci yoneten hakem(?!) umarim bu gorevi artik bir daha yapamaz. Eyyamin kralini yapti, macin icine sicti. Belki de bazi seyleri gormemiz icin isabet oldu ama guzel futbol adina bu hakemlerin bir an once futbol ve sporun her turlu kurumundan uzaklasitirlmalari, girisi parayla olan spor tesislerine girisleri dahi yasaklanmalidir.

Son olarak Reis Baros'a buradan sevgilerimi yolluyorum. Takimin yarisi onun gibi olsa, bu takimin sirti yere gelmez.

Hayalimdeki Galatasaray kadrosu da sudur:

Kaleci

Neill Neill Neill Neill

Kewell Kewell Kewell Kewell

Baros Baros

(Onerme: Arda, milli futbolcu olsn, sadece milli takimda oynasin)
(Anma: Ulan Sabri sen neymissin be, senin Allah'ina kurban!)

(Bu arada bir sey daha aklima geldi. Kapalidaki lejyonerlere talimat gelmis bir yerden, bu sefer Adnan Sezgin istifa tezahurati oradan basladi ve baya bir inletildi ortalik. Bir seyler degisecek gibi. Sportif olrak? Hic sanmiyorum.)
Read more
1

Yönetim - Futbolcu - Taraftar

Bundan 2 sezon öncesinde yepyeni ve bence son derece de hoş bir besteye söz olan bu üçgenin bugünkü durumu içler acısı.

Yönetim
Galatasaray'da işler iyiye gitmiyor. Evet, çok klişe bir cümle ama durum bundan ibaret. Kulüp içinde tanıdığım veya oradan bilgi almamı sağlayacak bir bağlantım yok. Buna rağmen transfer politikasına, açıklamalara ve uygulamalara baktığımda bu iyiye gitmeme durumu kendini gösteriyor.
Transferler için Dünya Kupası'nı bekledik. İki maçtır bizi tam manasıyla ipten alan Harry Kewell'ı zar, zor taraftarın itip kakmasıyla tekrar takıma kattık. Dos Santos Dünya Kupası'nda coştu coşturdu, bize göre değil dedik. Bir Keita'mız vardı yardırıp giden, tribünleri ayağa kaldıran, numara yapıyor dedik Katar'a yolladık. (Kendisinin gitmek istediğine dair söylentiler oldu ama ben öyle olduğunu sanmıyorum) Tamam, kulüp yönetimi kulübün menfaatlerine göre hareket etsin, buna laf eden yok ama bazen 3 eksik vereyim diyerek 5lik adamı yollama ya da almama konumuna gelmek, o kağıt üzerindeki kazançtan da olmamıza neden oluyor.
Lorik Cana alındı, videolarını izledim, adama bayıldım. Kendisinin de söylediği üzere henüz eksikleri var, evet; ama orta sahasının göbeği Barış Özbek ve Mustafa Sarp'tan kurulu bir takımda, Lorik Cana o eksikleriyle bile Gattuso olur.
El Mago diye diye Pino'yu aldık, adamı izliyoruz, iyi hoş koşuyor vuruyor ediyor ama adam için sakat diyorlar. Bu adam iyileşmiş bile olsa onu almak sakat. Nitekim şu anki durumu sakat kelimesinin hem mecazi hem de gerçek anlamını yerine koyar nitelikte.
Rijkaard, Sivas maçı sonrası diyor ki "işler iyi gitmiyor, transferler gerçekleşmiyor, ne olacak ben de bilmiyorum". Peki yönetimimizin oradaki temsilcisi, sözde tercüman eski futbolcumuz ne yapıyor? Biiip bile demeden öyle güzel sansürlüyor ki o bölümü, sanki öyle bir diyalog yaşanmadı. Nitekim dün geceki saçma sapan maç sonrasında Rijkaard "transfer hakkında konuşmuyorum" diyor. E tabi tahmin edileceği üzere bu kısım aynen çevriliyor.
Maçın 0-2 olduğu anlarda Kapalı'nın solundan (-ki benim ASY'de en samimi bulduğum bölümdür) 'Adnan Sezgin istifa' sesleri yükseliyor, hoop orta taraf müdahale ediyor, tribün karışıyor. Yahu 2 ay önce Haldun Abileri bu tribünde peygamber gibi görülmüyor muydu? Sahi o istifa edeli hiç ses çıkmadı, neden acaba? Paralı asker, giden komutanı anar mı hiç? Paraya aşığız, sizlere değil diye bir pankart yakışır bu güruha. Kendileri şimdi de koyu birer Adnan Sezgin fanatiği hâline gelmişler, enteresan...

Futbolcu
Bu takımda 3 kişi var ki; hiçbir maç öncesi, sırası ve sonrasında acaba elinden geleni yapıyor mu, acaba kazanmayı istiyor mu, acaba kalbiyle-kanıyla-canıyla oynuyor mu diye endişelenmiyorum. Hayır, koskocaman kaptan bunlardan biri değil. Bu isimler Neill, Baros ve Kewell. Neill tam bir profesyonel. İşini sonuna kadar yapıyor, ama hiçbir zaman AYIboğan Servet gibi 'yaaa çok da şeyimde' triplerine girmiyor. Bağırıyor çağırıyor, koşuyor, pas atıyor, ileri çıkıyor ve ne zaman ne gerekirse onu yapıyor. En önemlisi ise bütün bunları yaparken tüm hırsıyla ve mücadele gücüyle yapıyor.
Neill'ın Galatasaray'da bir vatandaşı var ki, Hagi'den beri gelen hiçbir yerli ya da yabancı oyuncu kendini bu kadar sevdirmemişti. Elbette o isim Harry Kewell. Bu adam, Neill'da olan bütün özelliklerin yanında bir de skor hanemize etki etme konusundaki başarısı ile bu takımın dinamosu, çekirdeği, işlemcisi... artık ne derseniz. Şu an düşünüyorum, ben Kewell olsam, başka bir ülkede, büyük katkı yaptığım bir ülkede, taraftarını aşık ettiğim kulüp yönetimi bana bu muameleleri uygulasa eyvallah der giderim. Gökhan Zan denen herife senelik 2 milyon Euro veriyorsun, adamın geldiğinden beri oynadığı maç sayısı 15. Linderoth diye bir adam aldın, adam zilyonda bir çıkan hastalığın tedavisini hem İstanbul gibi güzel bir şehirde oldu, hem de çatııır çatııır parasını aldı çekti gitti. 3 sezonda oynadığı maç sayısı 25, şaka gibi :) Daha bunlar gibi ne skandallar geldi geçti, ama sen çıkıp da Harry Kewell'la çingenin bohçacıyla pazarlığı gibi pazarlık yapıyorsun. bu da yetmiyor, herifin sözleşmesi bittiği gün adamı takımdan gitti saymışçasına, gelen ilk transferine onun numarasını hediye ediyorsun. Buna rağmen Kewell o kadar adam ki, geliyor, çatır çatır topunu oynuyor, sorulmadıkça da ağzını açıp gık demiyor. Bu devre arası Kewell'ın sözleşmesi en az 2 yıl uzatılmazsa asıl o zaman skandal olur. Stay with us Harry Kewell!
Vee sıra geldi takımımızdaki krala: Milan Baros. Galatasaray'ın son 15 senelik periyotta transfer ettiği en büyük santraforlardan birisi. (Super Mario'ya da buradan selam olsun.) Bu adamı konuşmak bile istemiyorum; çünkü Baros deyince aklıma bir kanı bozuk geliyor ki, gördüğüm yerde elime ne geçirisem girmek istiyorum. Daha maçın 5. dakikasında bu kansız herif, krala öyle bir darbe vurdu ki, hem Baros'un futbol hayatı, hem de Galatasaray'ın geleceği darmadağan oldu. Ha derseniz ki perşembenin gelişi çarşambadan belliydi, tek kişiye bel bağlarsak nereye kadar diye, sonuna kadar da haklısınız. Acıbadem'in olduğu yerde her mevkide as niteliğinde 3 topçu olması lazım.
Bu 3 topçu dışında konuşmak bile istemiyorum. Arda'ya büyük sinirim vardı 5 senedir kendisini geliştirmediği için, bu sene ne güzel şut çekmeyi öğrenmiş diye sevindim, şimdi de yine ben bu mevkide yapamam triplerine girdi. Beyefendi orta sahadaki mücadeleyi kaldıramıyormuş, bünyesi buna yetmiyormuş. Sanki herifin engelleri var, Barcelona'nın kondisyonerleri senin emrinde kardeşim, yeme içme vücut çalış, hız çalış, kardiyo çalış! Yarın röportaj olsa çıkıp der ama "ben Galatasaraylıyım, fenere gitmem." E kardeşim sen elinden geleni yapmadığın sürece senin Galatasaraylılığının bana bir faydası yok ki.
Aykut kadar kötü kaleci hatırlamıyorum Galatasaray tarihinde. Evet, buna Leo Franco da dahil.
Sarp zaten sahtekarın önde gideni. Ne zaman ki kritik bir durumda olsa top ayağında olan arkadaşına bakmıyor bile pas almamak için. Aldığında da zaten verdiği adamlar Servet-Neill. İstatistiğine bakalım, %90'dan aşağı düşmez.
Ayhan'ı severim şahıs olarak ama ne yapacağı belli olmuyor. Hani insanlar yaşlanınca refleksleri falan zayıflar ya, Ayhan'da onu görüyorum.
Serdar Özkan'dan çok umutluyum ama arkasında Sabri olmadıkça bir şey beklemem.
Ali Turan kadar yavaş bek hayatımda görmedim. Tamam adam top oynamadı falan da kardeşim bu adam antrenaman da mı yapmadı? Diyorlar ki maçta oynamak farklı şey, ona eyvallah. Pardon da kondisyon haftada bir yapılan maçla mı kazanılıyor, antrenmanla mı? Madem maç yapmayacağın belli, bir gün fazla çalış haftada, eksiğin kalmasın. Aceto müthiş bir tweet attı, diyor ki: Galatasaray'a gelmek için 6 ay top oynamayan Ali Turan'ı birilerinin uyandırıp "Kardeş, geldin burası son durak, Galatasaray" demesi lazım. Çok doğru!
Hakan Balta bir garip adam. İstikrar diye bir şey yok. Bir maç coşuyor, öbür maç sıçıyor afedersiniz :)
Barış Özbek zihinsel engelli olduğundan onun hakkında kötü şeyler söylemeyi ya da yazmayı etik ve ahlak kurallarıyla bağdaştıramıyorum. İnsanlık dışı olur böyle bir şey.
Mehmet Batdal'a güveniyorum; ama ısrarla söylüyorum ki bu adamın kendisini geliştirmesi için 2 forvet oynamamız lazım. Bu adam ancak yanında usta biri olursa gelişebilir, hadi aslanım çık, oyna, dağıt ile olmaz bence bu gelişim.

Taraftar
Taraftara çok yerden eleştiri geliyor. Neymiş skor taraftarı olunmuş, tribüncülük bilinmiyormuş, eskiden böyle miymiş. Ben bu konunun, siyah/beyaz gibi bu kadar basite indirgenmesine çok karşıyım. Tribün dediğin yer sonuçta insan topluluğu. En ufak bir hareket bu topluluğu ispirtoya çakılan kibrit gibi alevlendirebiliyorsa, aynı şekilde ufak bir hareket, alevin üzerine dökülen galonla su gibi söndürebilir. 'Taraftar durmaksızın desek vermelidir' çok klişe bir önerme ve bence saçma da. Taraftar zaten tribüne giderken sosyal ders verme güdüsüyle gitmiyor ki. Takımıma destek vereyim, zaferleri de hüzünleri de orada onunla yaşayayım diye gidiyor. Hüznü yaşamayacak adam bir kere yaşar sonra da gelmez zaten. Ama biz ne abiler amcalar gördük adam bi daha gelirsem diye başlayan bir cümleye bütün küfürleri sokuyor, ona rağmen sonraki maç yine orada. Seviyor kardeşim adam!
Şimdi deniyor ki takım kötü oynarken de destek verilmeli. Yahu kardeşim, maç başlıyor, takımında en ufak bir hareket yok, herhangi bir Anadolu takımından farkı yok oyunun, ruh yok mücadele yok zaten tezahürat temposu da bununla orantılı düşüyor. Sen tam bir kıvılcım yakmaya çalışırken sahadaki temsilcin saçma sapan bir hareket yapıyor yine şevk gidiyor. Hop biraz kendine gelir gibi oluyorsun çat kalecinde bug çıkıyor, top 30 cm mesafeden içinden geçiyor, e sende şevk mevk gidiyor. Sonra suçunu bildiğin; ancak içine bastırdığın adamla istifa kelimesi aynı tezahüratta yer alıyor.
Bakın arkadaşlar, abiler, kardeşler; ben 30 yıllık tribüncü değilim, topu topu 5 senedir buradayım ve İstanbul'da maç kaçırmadım. Bu 5 sene öncesinde, özellikle 96-2000 döneminde TV'den izlediğim maçları hatırlıyorum, maç daha başlarken yıkılan stad, takımın şiir gibi oyunuyla beraber gümbür gümbür sallanıyordu. Rakip takımın üzerine çöktüğümüz dakikalarda rerere rarara öyle bir söylenirdi ki; ancak gol olduğunda biterdi. Grafik hiç aşağı düşmez, ya sabit kalır, ya yükselirdi. (Real Madrid maçında tribünde olan kimi tanıdıysam aynı şeyleri duydum. Hep dediler ki 'devre bittiğinde sanki 2-0 biz öndeymişiz gibi bir durum vardı tribünde. Herkes galibiyetten emindi') Bütün bunlara eyvallah, ama sen çıkıp da tribündeki adama robot muamelesi yapıp "yine sustular yieeaaaaa" dersen o zaman dur bir dakika derim.
Ben psikolog ya da psikiyatrist değilim ama gözlem yeteneğime çok güvenirim. Sizlere soruyorum, belli bir süre harcanan zamanla, emekle güvendiğiniz birisi size ihanet etse, sonra pişman olsa ve eski hâline dönse, aynı güveni, aynı şekilde muhafaza edebilir misiniz? Buna evet diyorsanız helal olsun derim, ama tahminin %98 falan hayır der. Yani belki saçma gelecek ama işi grafikte hayal edin, 0'dan 50'ye çıktı güven, bir ihanetle -10'a düştü. Yine çıkmaya başladı tam 30'a 40'a geldi, hop bir olumsuzlukla bu sefer -25'e düştü. Bu böyle gider durur. Her seferinde bir öncekinden daha zor gelir güvenmek. İşte bu tribün muhabbetini de aynen buna benzetiyorum. Sen tam gaz gitmişsin bağırıyorsun ediyorsun ve iğrenç bir oyun ile isteksizlik senin şevkini alıyor. Bir iki ufak hareketle tam coşuyorsun sonra yine biri ağır saçmalıyor, ilerisi boşken geri dönüyor, adam kaçırıyor vs. ve şevk yine gidiyor. 2+2 nasıl 4'se, bana göre tribünün durumu da bundan ibarettir. Tribünde 10-20-30 senelik abiler tezahüratı bırakıp şahıslara sövmeye başlamışken, endişe ve kin dolu gözlerle sahayı izlerken, gerçek taraftarlığın geçerli tanımını ve görevini belirlemek kimin üstüne vazife ola ki?
Bu ruh olayı çokça atla deve sanılıyor. Ruh ruh dediğim benim, içteki isteği sahaya yansıtmaktan başka bir şey değil. Sen dünyanın en beceriksiz adamı bile olsan elinden geleni sahaya koyduğuna dair şüphe bırakma kimsede, bak o zaman istersen 5 ye kimse bir şey diyor mu sana. Futbolcu profesyonelim diye geçiniyorsa profesyonelliğin gerekliliklerini de bilecek. Profesyonel bir yönetici, profesyonel bir şirkette görevini yapmasın bakalım kimse çıkıp "yieaaa adam profesyonel yieaaa" diyor mu. Senin 3 tane yabancı oyuncun başka ülkelerden gelip elinden geleni her maç sahaya koyarken sen koymazsan o zaman tribünden küfürü de yersin, kulüpten tekmeyi de. Galatasaray'da kalıcı kimse var mı? İsteyen istediği yere gitsin, yine biz renklerle ve armayla baş başa kalacağız. 'Sen Galatasaray'ın oyuncusuna nasıl küfredersin lan?!' diyen zihniyet keşke bir de kafayı öbür tarafa çevirip 'Sen Galatasaray formasının hakkını nasıl vermezsin lan?!' demeyi öğrenebilse.
Önceden de söylemiştim, bir futbolcunun, her şeyini sahaya koymuş olması için maç sonunda ağzının açık, dilinin dışarda, yürümeye mecalsiz bir durumda lazım. İşte o zaman 'aaa bu adam her şeyini vermiş kardeşim' denebilir. (Bu duruma tek istisna sık maç programı olur, öyle bir durumda da en azından 2 maçta bir bu durumu görmek isteriz ama nerdeeee)
Taraftar eskisi gibi değil, kesin katılıyorum. 5 yıl öncesine kadar ben de orada değildim, evet; ama televizyon diye bir şey vardı herhalde. Eski gaz besteler, yerine göre tezahüratlar çıkmıyor artık. Dün 70. dakikada ölüm varmış söylendi, bu durumun 'aptallık' dışında bir açıklaması yok, kimse kusura bakmasın. Sen takıma 'bizim için yoktur tasaaaa, kalbimde seeen yaşadıkçaaa' diyerek mi gaz vereceksin? Düpedüz ahmaklık. Nasıl düzelir benim bir fikrim yok. Tek umudum yeni stad.

Sonuç olarak yönetim, futbocu ve taraftarın üçünde de işler iyi değil. Ben de isterim takımım hayatımda adını duymadığım bir kulübe kendi evinde maskara olurken 25000 kişinin susmadan bağırmasını ama, pratikte böyle bir şey görmedim. Ha ama tribünün aldığı maçlar diye uzun bir liste çıkarılabilir, o zaman ne denecek acaba?

Rijkaard ve ekibine de sonuna kadar güveniyorum. Eğer yönetimin Rijkaard'ı istifaya zorlama gibi en ufak bir fikri dâhi varsa YAZIKLAR OLSUN! Bir yerleri yiyorsa tazminat verip bassınlar tekmeyi ama böyle Bizans oyunlarına hiç gerek yok! Malzeme kalitesiz deniyordu ya, bence kalitesiz bile değil. Sen adamdan köfte istiyorsun, adamda kıyma yok.

Ne olur nasıl olur bilmiyorum ama IQ'ları 2 haneli olanlar bu takımdan ayıklanmadıkça ben hiçbir şey beklemem. Son olarak size de sorayım; 'haftaya oynayalım, kesin yeneriz' diyebileceğiniz bir takım var mı Süper Lig'de? Benim yok.
Read more
0

Hayatın Tam Ortası!

Belgrad maçı öncesi Kapalı Tribün'de fısıldaşmaların ardından bir tezahürat başlıyor. Bu tezahürat kısık sesle başlıyor ve birden yayılıyor, her bilen eşlik etmeye başlıyor. İşte o tezahürat;

Nice maçlar burda yaşandı,
Dünya cehennemi tanıdı.
Hayatın tam ortası,
İşte burası,
Sami Yen Kapalısı!

Yazanların yüreğine sağlık, Demet Akalın'a da selam olsun! :)

Videosu da burada;
http://dailymotion.virgilio.it/video/xdw23g_hayatn-tam-ortas-ite-buras-samiyen_sport

(Yakın zamanda video dosyasının kendisini buraya upload ederim siteye girmekte problem yaşanır diye.)
Read more
0

Johan Neeskens GSTV'deydi...

Johan Neeskens GSTV'ye Konuştu

Galatasaray antrenörü Johan Neeskens, Galatasaray Televizyonu’nda yayınlanan “Soru Cevap” programında sezon değerlendirmesi yaptı.

Koca bir sezonu acısıyla tatlısıyla geride bıraktık. Geçen bu bir yılda kafanızdaki planların ne kadarını gerçekleştirdiniz? Nasıl bir Türkiye, nasıl bir Türk futbolu, nasıl bir Galatasaray buldunuz?

Elbette 3’üncülükten biz de memnun değiliz, Galatasaray camiası da memnun değil. Çünkü Galatasaray her zaman şampiyonluğu ve kupaları kazanmayı hedefleyen bir kulüp; dolayısıyla bulunduğumuz yerden memnun değiliz. Sezona çok iyi bir giriş yaptık. Göze hoş gelen bir futbol sergiledik özellikle ilk aylarda oldukça fazla puan topladık ancak ligin ikinci yarısında beklenen güzel oyunu ve galibiyetleri sergileyemedik. Daha iyisini yapmamız gerekiyordu bunu beceremedik. Bu arada tabi konuşmamız gereken birkaç husus var. Milan Baros’u çok çabuk kaybettik. Milan Baros bu takım için çok önemli. Hem kaybetmiş olduğumuz zamana kadar göstermiş olduğu performans hem de bir önceki sezon ligin en fazla gol atan oyuncu olma özelliği onun zaten ne kadar değerli oldığunu gösteriyor. Bunun üzerine ligin hemen başında yine bizim için çok önemli olan formda bir oyuncu olan Harry Kewell’ı da kaybetmemiz. Onun da 5 ay boyunca bir maç bile oynayamayacak olması yani total olarak baktığımız zaman takımın ön hattından iki çok değerli oyuncudan faydalanamayacak olmamız bizi oldukça etkiledi. Ama genelde baktığımız zaman oyuncular takım olarak bireysel olarakta göstermeleri gereken performans seviyesine ulaşamadılar ancak bu sezon bu şekilde bitti artık önümüzdeki sezon en iyisini yapmak için hazırlıklarımızı yapacağız.

Galatasaray bu sezon altmışa yakın maç oynadı; tabi sıkışık fikstür, yoğun tempo beraberinde sakatlıkları da getirdi. Hatta sakatlıkların bir kısmı da uzamış oldu. O zaman şampiyonluğun gelmemesinin ciddi bir nedeni olarak sakatlıkları sayabilirmiyiz ?

Bu bahsettiğimiz sakatlıkların yanında iki stoperimiz Emre Güngör, Gökhan Zan ve Sabri 2,5 ay sakatlığı oldu. Öyle dönemler olduki sekiz oyuncunun oynayamayacağı anlar ortaya çıktı. Böyle durumlarda rotasyonun önemi ortaya çıkıyor, oyuncular oynayamayacak durumda olur ama yerine oynayacak olanların benzer performanslar göstererek bu durumu idare edebilmeli. Sakat oyuncuların fazla olması diğer oyuncuların da üzerine çok yük binmesine neden oldu. Ayhan, Mustafa Sarp, Uğur gibi oyuncular bu sefer çok fazla oynamak zorunda kaldılar. Rotasyondaki amaç her hafta 3 maç oynatmamak. Oyuncuları ama sakat oyuncuların fazlalığı busefer diğer oyuncuları çok oynamaya itti. Biz her kupayı kazanmak istiyoruz ama Inter, Barcelona... Bunlar da kendi liglerinde 60 maç oynayarak her kupayı kazanmaya çalışıyorlar dolayısıyla biz de önümüzdeki sene biraz da şansın yardımıyla ve bu şekilde rotasyonu sağlayarak futbolcularımızın daha az sakatlanmalarını sağlayabilirsek bu dönemleri bu şekilde atlatabiliriz.

Frank Rijkaard’ın çok tartışılan ‘’ kadrom yetersiz ‘’ açıklamasından kasıt kadro havuzumudur. Çünkü çok fazla oyuncu sakatlandı ve alternatif sıkıntısı ortaya çıktı...

Evet zaten onun ne demek istediğini ben de çok iyi anlıyorum bunu izah etmeye çalışıyordum ; kesinlikle sağlıklı oldukları zaman takımla oynayabilecek kapasitede olan 7-8 oyuncunun olmaması ve dolayısıyla onların yerine oynayan oyunculara çok fazla yük binmesi bu oyuncuların performanslarını etkilemeye başladı. Çok fazla bireysel hata yaptık; bu bireysel hatalardan puan kayıplarımız oldu dolayısıyla böyle kayıplar ortaya çıktı.

Yeni teknik heyet, yeni bir taktik getirdi ; 4-3-3 bizim deyimimizle total futbol bu da uzun bir süreci gerektiriyor. Bakıldığı zaman hem Galatasaray, hem Türk futbolu nasıl karşıladı?

Ajax’ta, Hollanda milli takımında ve Barcelona’da bu sistemi uyguladık. Buraya geldiğimiz zaman da sezon öncesi ilk kamp zamanı, UEFA kupası ön eleme maçlarında bu sistemi oldukça güzel sergiledik neredeyse 3 gol ortalamasıyla oynuyorduk ancak daha sonra bu performansı gösterememeye başladık çünkü 4-3-3 dediğimiz sistemde oyunu domine etmeniz lazım , rakibi hapsedip sürekli topun sizde olması lazım, tek paslarla sürekli topu döndürmeniz lazım çünkü ilerde hücum ettiğiniz için topu kaptırırsanız kırılmaya müsaitsiniz. Geride pozisyon verebilirsiniz. Başlarda bunu daha iyi uyguluyorduk sonlara doğru uygulayamadık şimdi doğal olarak Türkiye Ligi’nde oynadığımız rakipler genel olarak kapanıyorlar Barcelona’da İspanya Ligi’nde aynı şeyi yaşıyor. Yani siz karşınızda alan daraltan kimi zaman 11 kişi kapanarak defans yapan ve kontra ataklarla gol arayan bir rakip buluyorsunuz bu durumda kontrol pasları çok iyi uygulamalısınız bunu uygulayamazsanız ozaman sonuç alamıyosunuz. Önümüzdeki seneye bakacak olursak oyuncu performanslarına oyuncu kalitesine göre kadro derinliğine göre nasıl oynayacağımız ortaya çıkacak. Çünkü 4-3-3, 4-2-3-1, 4-4-2 de olsa bizim gibi bir takımın oyunu domine etmesi lazım; yani taktiğin çok da fazla numaralarla önemi yok.

Milan Baros’un geçen seneki performası ve bu sezona başlamış olduğu performansı takım için ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Ancak burada unutulmaması gereken bir nokta var.Hücum futbolu oynarken,buradaki kritik noktalardan biri de topu kaybettiği anda takımca baskı kurmak. Çünkü topu mümkün olduğunca rakip sahada oynadığınız için topu kaybettiğiniz zaman rakip topu aldığında ona o anda baskı yaparsanız top rakibin ayağından onun kalesine yakın bir yerde alma şansınız oluyor ve bu da zaten işinizi çok kolaylaştıracaktır. Şunu söylemek gerekir bunu takımca yapmazsanız, kaleci bile işin içinde olması gereken oyuncudur. Takımca yapmazsanız, 2 yada 3 oyuncu yeteri kadar performans göstermezseniz bu baskı 4 yada 5 oyuncunun üstüne yığılırsa o zaman 4-3-3 ya da hücum futbolu diye adlandırdığımız futbolun genel olarak meyvesini alamamış olursunuz. Bunun en güzel örneğini de göstermek gerekirse Barcelona - İnter karşılaşmasına bakabiliriz. Çünkü göze her zaman hoş gelen takım kazanmıyor. Böyle düşünürsek herkesin düşüncesinde Barcelona daha güzel top oynuyor, daha yaratıcı oyunculara sahip; dolayısıyla turu onların atlaması gerkiyor denilebilirdi. Ancak İnter bu iki musakabada tem taktik olarak hem de topsuz alanda nasıl oynanaması gerektiğini gösterdi ve takım olarak bunu uygulayabildiği için gereken sonucu aldı. Biz sezon içerisinde özellikle kaybettiğimiz maçlara bakarsak takım olarak yeteri kadar bu performansı gösteremedik.

Yeni sezonda 4-3-3’e devam mı?

Onu bilmiyoruz. Onu gelecekte göreceğiz.

Futbolda en önemli şey hatlardır. Savunma hattı, orta saha hattı ve hücum hattı. Hatlar üzerinden performansı tek tek değerlendirebilirmiyiz.

Futbolda hatlar çok önemli ve bu hatlar üzerinden konuşursak çok önemli hususlardan biri de hücumdayken de defanstayken de bu hatlar arasındaki mesafenin korunması. Çünkü topu kaybettiğiniz zaman aynı şekilde aynı pozisyonu almanız gerekiyor. Biz bazen bunu sezon içersinde çokça maçta gerçekleştirmedik. Kimi zaman orta saha futbolcularımız defans hattına çok yaklaştı kimi zaman orta saha oyuncularımız forvet hattına çok yaklaştı. Ancak bu üç hattında arasındaki mesafeyi de aynı şekilde her zaman orumak lazım. Bu oyuncular içinde daha kolay aslına bakarsanız.O zaman her oyuncu daha az koşmuş oluyor. Topu kaybettiği zaman da sadece top nerde? Nereden geliyor? Onu kontrol etmekten ziyade ben neredeyim? Pozisyonum ne şekilde? Defans, orta saha, hücum hattaları ne şekilde konumlanmış, etrafında ne kadar oyuncu var bunları da kontrol edebiliyor. Elbette buradaki kritik noktalardan biri de oyuncuların saha da aralarındaki iletişim. Birbirlerini yönlendirmeleri. Oyuncular sürekli birbirlerini yönlendirmeli ve takım olarak iletişim içinde olmaları lazım. Eğer bu hatlar korunursa zaten istenilen ortaya çıkmış oluyor.

Yeni dönemde bunun sağlanabilmesi için nasıl bir çalışma yapılacak?

Bunun için ilk söylememiz gereken ilk antrenman gününden itibaren bu yöne bu hususa yönelik çalışmalarımızı yapacağız. Şu anda oyunculardan bahsetmek için erken çünkü, gidecek olan oyuncular var, gelecek olan oyuncular var. Antrenmanlarımız başladığı zaman oyuncu seviyesini, kalitesini göreceğiz ve onlarla birlikte çalışarak özellikle UEFA Avrupa Ligi için oynayacağımız eleme maçlarında ve ligde bu bahsetmiş olduğum hatlar arasındaki durumu iyi bir şekilde sahaya koyabilecek performansı gösterecek şekilide her gün çalışmalarımızı ve takım olarak organizasyonumuzu daha yükseltebilecek şekilde antrenmanlarımızı yapacağız.

Avrupa’dan bahsedelim çünkü biliyorsunuz Galatasaray için Avrupa çok önemli. A.Madrid’ in kupayı kazandığında ne düşündünüz? Genel olarak Avrupa’daki Galatasaray’ı nasıl değerlendiriyorsunuz ?

Evet burada A.Madrid’e karşı oynadığımız son maçı herkes hatırlar. Skor berabere iken ceza sahası içinde açık bir elle oynamayı hakemlerin hiçbiri görmedi. Görmesi gerekenler görmedi. Ceza sahasının içinde olup biteni görmesi gereken hakem tahmin ediyorum ki güneş gözlüklerini takmıştı ve o da pozisyonu görmedi ve görmediği pozisyondan sonra olanları zaten biliyorsunuz. Futbol değişik bir oyun. Bir sonraki turda da A.Madrid’in başına benzer şeyler geldi. Penaltı pozisyonu oldu ve maçta Zigiç’in formasını yırtar bir şekilde ceza sahası içinde düşürdüler penaltı ve kırmzı kart olması gerekirken, hakem onu da görmedi ve A.Madrid o şansla bir tur daha atladı. Ve tahmin ediyorum artık oyuncular da inanmaya başladılar kupayı kazanacaklarına ve performanslarını arttırarak finale kadar geldiler. Eğer biz A.Madrid’i elemiş olsaydık neler olabileceğini kimse kestiremezdi ama inanıyorum ki oyuncuların kendine olan özgüveni takım performansı başka seviyelere gelecekti ve kim bilir kupayı biz kazanacaktık.

Yeni sezonda hedeflerden biri de budur herhalde, UEFA Avrupa Ligi’nde başarılı olmak?

Daha önce de söylediğim gibi önümüzdeki sezon kazanabildiğimiz kadar çok şampiyonluk kazanmak yani Türkiye Kupası’nı, UEFA şampiyonluğu ve lig şampiyonluğunu kazanmak

Seyircilerimizden gelen sorulardan brini sormak istiyorum. Sizce sezon boyunca yapılan en büyük hata hangisiydi?

Türkiye Ligi’nde şampiyonluk, Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe, Trabzonspor ve bu sene gördüğümüz gibi Bursaspor arasında geçiyor. Bu büyük takımlarla oynanan maçlar çok önemli. Ben de üst seviyede futbol oynadım. Ajax’ ta oynarken Feyenord ile büyük kapışmalarımız olurdu. Barcelona’da oynarken R.Madrid’le çekişmelerimiz olurdu. Ben bu tür maçları çok seviyorum. Oynamayı da çok seviyorum. İsterdim ki 34 maçın hepsi bunlardan olsun. 17 içerde 17 dışarda oynayalım kim en güçlü ortaya çıksın. Burada da bu maçlar çok önemli ama burada ortaya çıkan önemli bir husus var. Seyirciden, rakipten, hakemden etkilenmeyeceksiniz. Hiçbir şekilde provakasyona gelmeyeceksiniz. Evet ben de Madrid’de 100 bin kişinin önende Barcelona formasıyla oynadım. Top ayağınıza geldiği zaman tezahuratlar başlar ikili mücadelerde rakip oyuncu sert müdahale eder, dirsekler gelir, bunlar olabilir. Siz bunların hiçbirini düşünmeyeceksiniz. Oyununuza bakacaksınız. Rakipten veya başka bir sebepten provoke olmayacaksınız ve şunu bileceksiniz. Bu maçtan sonra oynanacak başka maçlar da var. O maçı ya da o maçları kaybetmek şampiyonluğu kaybetmek değildir. Şöyle düşünüyorum biz mental olarak bu tarz büyük maçlarda hazır bir performans ortaya süremedik. Yine birçok müsabakada bizim daha iyi yapmamız geren ama yapamadığımız bir husustan bahsetmek istiyorum. Evet çok fazla maç oynadığınız için oyuncu kalitesi aynı performansı göstermenize izin vermeyebilir. Bende oyuncu olarak bunu yaşadım.Yapmanız greken 90 dakika 94 dakika yani ne kadar sahada bulunuyorsanız, sonuna kadar çalışmak ve verebileceğinizin yüzde yüzünü vermektir. Bir oyuncunun minumum yapması gereken budur. Sahada bulunduğu sürece sonuna kadar mücadele etmek ve performansının yüzde yüzünü ortaya koymak. Söylediğim gibi biz bunu daha iyi yapabilirdik.

Nonda’nın gönderilmesi bir hata olarak tartışma konusu oldu. Sayın Mehmet Helvacı da Nonda’yı göndermek hataydı dedi. Belki yerine gelen Jo’nun performansı bu açıklamayı yaptırdı ama Nonda’nın gönderilmesi ve Jo’nun getirilmesi hakkında ne söylersiniz ?


Ligi bitirdikten sonra konuşmak elbette daha kolay ama içinde bulunduğumuz durumda biz bu kararı neden verdik? Evet Nonda kaliteli bir oyuncuydu, özellikle ceza sahası içinde etkili bir oyuncuydu fakat o dönemde Milan Baros’un yokluğunda biz biraz da geride oyunu kabullenip ileri çıkmamızı, daha sonraki maçlarda Nonda’dan bu tip bir verim alamayacağımızı düşünüyorduk çünkü Milan Baros geriden gelerek ceza sahasına girebilen topu önüne isteyen ve en önemlisi topu kaybettikten sonra defans hattına press uygulayabilen bir oyuncu. Nonda ceza sahasında etkili olan ancak istediğimiz diğer özelliklere sahip değildi. Dolayısıyla Jo’yu getirip Milan Baros’un bu sahip olduğu performansı gösterebilmesini istedik fakat bu olmadı. Kendisi için de takım için de seyirciler için de hayal kırıklığı denebilecek bir sezon geçirdi ama bunun böyle olacağını biz bilemezdik. Nonda burada kalsaydı biz 3. olmazdık da diyemeyiz. Şimdi unutmayalım Nonda’da oynadığı son dört maçta gol atamamıştı. Ama böyle şeyler oluyor, terside olabiliyor örneğin Lucas Neill aynı dönemde geldi kusursuz bir performans gecirdi diğer taraftan G.Dos Santos o da geldi 6-7 çok net pozisyonuna girmesine rağmen bir tek gol atamadı. Açıkcası artık lig bittikten sonra bunları konuşmak doğru değil. Kafamızdaki seçenekler bunlardı bu düşüncelerimizden dolayı böyle bir karar aldık ama olmadı. Nonda iyi bir oyuncuydu Galatasaray’a katkısı oldu ancak o dönem almamız gereken karar Jo’yu getirmekti. Jo’nun performansıyeterli olmadı.

Kamp meselesiyle ilgili bir şeyler söyler misiniz? Sizce hangisi doğru psikolojik açıdan futbolcuyu kampa almak mı doğru almamak mı doğru?


Biz Barcelona’da deplasman maçlarına giderken bile kamp uygulamıyorduk. Burada deplasman maçlarını 24 saat önceden gitmek gerekiyor. Barcelona bu sene Madrid’le yaptığı maç için sabah saatlerinde Barcelona’da antrenmanını yaptı sonra uçağa bindi Madrid’e gitti. Kampta yemeğini yedi biraz dinlendi maça gitti, Real Madrid’i yendi ve maçtan sonra döndü. İç saha maçlarında da öğleden sonra takım biraraya geliyor yemeklerini yiyorlar biraz dinleniyorlar maça gidiyorlar ve birçok maçı kazanıp dönüyorlar. Biz de benzer bir uygulamayı burada başlatalım dedik. Oyuncuların deplasman maçlarından dolayı ailelerinden çok fazla ayrı kaldıklarıı düşünerek en azından iç saha maçlarında bunu uygulamak istedik. Bu şekilde çok da iyi bir dönem geçirdik ancak ikinci dönem işler istediğimiz gibi gitmeyince bir çok konu gibi bu kamp meselesinide ele aldık ve bazen 2 gün boyunca kampta olup maça gittiğimiz günler oldu ama sonucu görüyosunuz. Evet kamp bazen faydalı olabiliyor takım olarak hareket etmek için takım arkadaşlarınızla hocalarınızla bir arada olmak açısından iyi tabi ama yüzde yüz kazanmaya yönelik birşeymidir ona kesin birşey diyemem. Yapmak yada yapmamak ikisine de aynı uzaklıktayım.

Gelecek sezon kamp uygulaması olacak mı?

Bunu görüceğiz. Kampta olmasalar da futbolcuların maçtan 2 gün öncesinden kendilerini mental olarak hazırlamaları gerekiyor. Yani dışarı çıkmamaları, dışarda görünmemeliler. Hatta maç sonrasında da özellikle kaybettiğimiz bir maçsa buna özellikle dikkat etmeliler ancak ilk başta yapmamız gereken oyuncularımızın durumunu görmek olacaktır ama benim şahsi düşüncem kampın olması.

Arda Turan’ın bu kadar eleştirilmesi hakkında ne söyelemek istersiniz ?

Çok büyük bir kalitesi var; bunu gösterdi. Ligin ikinci yarısında aynı performansı tam olarak gösteremedi geçirmiş olduğu sakatlığın da bunda etkisi var. Arda çok kaliteli fakat basın ve seyirciler de onu biraz farklı bir yerde konumlandırmışlar. Tabi doğaldır Arda’dan konuşmak, Arda’yı yazmak daha fazla getiri sağlar ama biraz bulunduğu yerden farklı bir yerde konumlandırılmış. Arda bir kaptan çok iyi bir insan, takım arkadaşlarına önem veren, onları düşünen bir oyuncu. Böyle bir oyuncunun yurt dışından teklif alması da çok doğal tabiki Galatasaray antrenörü olarak da gitmesini istemem.

Kendisinden daha fazla şey umduğunuz ama sizi düş kırıklığına uğratan futbolcu veya olay var mı?

Sondan başlayayım; Fenerbahçe ile oynadığımız iki karşılaşma. Özellikle Ali Sami Yen’de oynadığımız ikinci karşılaşmada takım olarak yeterince kazanma savaşma azmini gösteremedik bu can sıkıcı bir durum oldu. Evet bir maçı kaybedebilirsin ama bunu göstermen lazım. Fenerbahçe’ye kaybettiğin zaman da bir oyuncu o gece dışarı çıkmamalı. Profesyonel oyuncusunuz tamam sahada mücadelenizi veriyorsunuz ama sonunda bunu yapmamalısınız, ben bunu kabul edemem. İlk maçta da 2-0 yenik duruma düştük, Hakan Balta’nın golüyle 2-1 yaptık durumu ve oyunu domine etmeye başlamıştık fakat bir oyuncumuz orada kendini kaybetti ve kırmızı kart gördü 10 kişi kaldık. Biz maçı 3-2 yaparmıyız diye düşünürken geride kalan 20-25 dakikayı 10 kişi oynamak zorunda kaldık ve kaybettik. Bunu da içimize sindiremedik, dolayısıyla bu iki karşılaşma benİ hayal kırıklığına uğrattı diyebilirim. Anlayamadığım beni çok şaşırtan birşey daha var. İçeride olsun dışarda olsun karşılaşma yapacağımız sahaya gittiğimiz zaman futbol sahasına çıktıklarında futbolcular bir birleriyle karşılaşıyorlar birbirlerine sarılıyorlar, şakalaşıyorlar, öpüyorlar. Doğal olarak bizim oyuncularımız Galatasaray’da oynamalarından dolayı diğer oyuncuların belkide gıptayla baktıkları oyuncular fakat bu sarıldıkları oyuncular müsabaka sırasında bizim oyunculara gayet sert müdahalede bulunuyorlar bizde bunu anlayamıyoruz. Biz de futbolcularımızdan bunu yapmamalarını rica ettik. Bir örnek vereyim, benim dönemimde Feyenoord’da oynayan sol ayaklı bir oyuncu vardı. Çok sevdiğim bir oyuncuydu. Milli Takım’da da beraber oynardık. Fakat ben Ajax’ta oynadığım zaman oraya gittiğimizde tünelde maç başlamadan önce saha içinde hiç onu görmezdim, bakmazdım bile. Maç biterdi birbirimizi tebrik ederdik. Biz de oyuncularımızdan bunu rica ettik; hala yapanlar var bunu yapmamalarını istiyoruz. Maç bittikten sonra gitsinler tebrik etsinler birbirlerini. Mesela Fenerbahçe ile oynadığımız iki musabaka sahaya çıktık; sahaya atılanlar su şişeleri ondan sonra bakın maç ne kadar gergin geçti burdaki maça bakın; sahaya geldiler bizimkiler gitti onlara sarıldı. Olmaz.

Gelecek sezon nasıl bir Galatasaray izleyeceğiz? Transferleri de değerlendirirmisiniz?

Transferler konusunda konuşmak için sezonun çok başındayız. Kesin birşey söylemek için erken. Arda’nın durumu ne olur bilmiyorum belki yurtdışından çok iyi bir teklif gelir ve gider ama bildiğim bir şey var biz teknik heyet olarak en azından 1 sene daha buradayız. 3 kupaya da talibiz ve kazabileceğimiz kadar çok kazanmak istiyoruz. Eğer kazanamazsak ben hayal kırıklığına uğrayacağım çünkü bu kulüp ve taraftar bunu hakediyor. En büyük üzüntüm bu seyirciye bunu yaşatamamak oldu. Umuyorum önümüzde ki sene hep beraber bu kupaları kutluyor oluruz.

Bu yazi www.galatasaray.org sitesinden alinmistir...
Read more
0

Sıralama değişti; artık Su-Toprak-Ateş

Evet su>toprak>ateş... Suya 5 maç ceza verip 'milat olsun' diyenler, Diyarbakır'da bile taş atmaya 3 maç verildi (ki bence çok az bir cezaydı); ancak yangın çıkarmaya 2 maç verdiler. Tabi ne de olsa stad tamamen yanmadı, sağlam yerler vardı daha. Teşekkürler federasyon!
Read more
0

Yüzyılın Komedisi

Öncelikle uzun bir zamandır neden buralarda olmadığımızın açıklamasını yapalım. 10 Şubat'ta, Antalyaspor'a zekâ abidelerimiz Sarp & Topal'ın büyük katkılarıyla elenmemizden sonra her şeyin tadı kaçtı. Kupaya çok önem verdiğimiz için falan değil ama takım öyle ruhsuz, öyle 'öylesine' oynuyordu ki maçı izlemek bile zor gelirken hakkında yorum yazmak bizim için imkansız olmuştu. Lig sonuna kadar da yazmayacağım demiştim kendi kendime.

Her neyse, ben yanıldım. Fenerbahçe kupayı alamadı. Büyü gibi bir şey bu, söz konusu kupa olunca cidden teferruat oluyor Fenerbahçe. Artık 2. ligden biriyle final oynayacak olsa bile paramı "Fenerbahçe kupayı alamaz"a yatıracağım =)

Gelelim asıl mevzuya; Galatasaray. 10 Şubatta kısa ama ağır içerikli bir yazı yazmıştım. Nitekim hayallerim gerçek oldu ve Galatasaray almasa, hâlâ Dardanelspor'da top koşturuyor olacağına gönülden inandığım Topal için Valencia, büyük para ödedi. Düşünüyorum, İspanyollar Topal'da ne gördüler? Bizlerin Tamas'ta, İnamoto'da gördüğümüzü gördüler evet ama neydi bu? İnanın hiç bir fikrim yok. Artık bundan sonra kendisine başarılar dileyeceğim. La Liga'nın en büyük kulüplerinden birinde forma giymesi bakımından ister istemez içim kıpırdanacak, gurur duyacağım; ancak Topal'ın başarılı olabileceğine inanmıyorum. İstemiyorum değil ha, inanmıyorum. Olsa dâhi bu transfer bizim için bir kayıp olmayacak; çünkü 'adamın oynayacağı yer orasıymış' diyebileceğiz. Bizde geçirdiği 4 sene de bunun kanıtı niteliğinde zaten. Yolu açık olsun!

'2 dileğim var Cimbombom'; ancak bunlar stadda söylenen şeyler değil. Benim bu iki dileğim, Galatasaray camiasının bir an önce Barış Özbek ve Mustafa Sarp'tan kurtulması. Çok bir şey istemiyorum; en azından tezahüratta söylenilene kıyasla çok çok daha olası bir şey benim istediğim :) 'Teşekkürler Barış Özbek & Mustafa Sarp' başlıklı yazı için resmi siteyi 5 dakikada bir yeniliyorum resmen. Bir de Servet'i 3-5 milyona okutursak değmeyin keyfime!

Eveeeet, şimdi biraz genele bakalım. Ne yaptı Galatasaray? Nasıl koptu yarıştan? Öncelikle, şahsen sonuna kadar inandığım ve tribündeki binlerin, bu renklere gönül vermiş milyonların da birçoğunun paylaşacağına emin olduğum bir olgu var: 'Ezeli rakibini yenmeden alınan bir şampiyonluk, tam değildir.' Benim için önemli olan elbette daimi şampiyonluk; ancak en kral şampiyonluk, kibarca 'eze eze' olarak tabir edilen şekilde olur bana göre. Bunun için de ezeli rakibinizi en azından 2 maçın birinde yenmeyi başarmalısınız. Bizim ipler burada koptu. Ali Sami Yen'deki belki de son El Turco Clasico'da mağlup olduk, o 50km hızla gelen deli saçması şutu çok güzel biçimde yumurtladı sevgili kalecimiz. Bu anın geleceği belliydi, bağrıyordu herkes: 'bu adam güven vermiyor!'. Yahu her şeyi geçtim, maç kurtarmayan kaleci mi olur? Ya da nasıl bir kaleci bir Avrupa Kupası maçı öncesi rakip takımı favori gösterir? Taktik icabı desek bile garip. Sen forvet ya da orta saha olursun da dersin 'rakibimiz favori ama elimizden geleni yapacağız' Taktik icabıysa zaten sorun yok, içten gelerek söylüyorsan da gaz vermiş olursun takım arkadaşlarına; AMA bir kaleci bunu nasıl söyler yahu: 'Rakip favori' Kardeşim sen yemezsen favorilik falan kalmayacak ortada, yanlış mıyım :) Ya da bu laftan sonra hangi savunma oyuncusunu nasıl motive edebilirsin? (Bu söylemin taktik icabı olduğuna inanmıyorum; öyle olsaydı en azından 1-2 kişi daha aynı söylemi yapardı) Neyse konu dağılmasın, Selçuk yuvarladı, Leo yumurtladı ve şampiyonluk gitti. Sonraki puan kayıpları ayrı ayrı komedi filmi zaten. 20 dk ciddi oynayıp mücadele ederek 3 gol atabileceğin Sivas'tan son dakika gol yemek, ikinci bir Fenerbahçe hâline gelen Antalyaspor karşısında dizleri titremek(!), üstüne üstlük Avrupa Ligi'nde bedavadan geçeceğin bir turu riske edip tüm kadroyu tatile yollamak ve pafla çıkıp son maçı da kaybetmek... İnanılmaz! Bursaspor maçını saymıyorum, o maçta beraberlik çok anormal bir sonuç değil, adamlar potadaki takımların kendi aralarındaki maçlarda herkesten fazla puan topladılar, hak ettiler. Buna rağmen o maçta nasıl oldu da son 8 haftanın en iyi oyununu oynadık, aklım alıyor...

Galatasaray kulübü, oyuncusu, teknik kadrosu, taraftarı yani kısacası tüm camiası zaten şampiyonluk inancını Fenerbahçe mağlubiyetiyle büyük ölçüde kaybetti. İnanmayan bir taraftarla ne olacağı belli olmaz ama inanmayan topçularla buraya kadar. (Ki yine söylüyorum taraftar arasındaki inanç topçulardan fazladır her an.)

Galatasaray'a bir ara verelim, yahu ne oldu öyle son hafta? Türk futbol tarihinde çok uzun bir süre unutulmayacak olaylara imza atıldı. Yıllar sonra Anadolu'dan bir şampiyon çıktı ve Türk futbolu o an itibariyle sıfırdan başladı. Sivas şampiyon olabilseydi 2 sene önce, aynı şeyi demezdim; ancak Bursaspor'u izledikten sonra bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum ve eklemeden geçemiyorum: Helâl Olsun! 2000 yılından sonra Türk futbolunun çağ atladığı görüşünü paylaşıyordu herkes; ancak 5. bir takımın ligde mutlu sona ulaşması, 1. elden tecrübe edilen bir olay olması itibariyle tam bir çağ atlama oldu ve bütün Anadolu takımlarının yapılarını, hedeflerini, bakış açılarını etkileyeceği şüphe götürmüyor.

O son hafta başka bir olay daha yaşandı yine uzun bir süre unutulmayacak; ancak bu sefer yaşanan olay bir ilk değildi. Fenerbahçe taraftarı, şampiyonluğu kaçırdıkları maçın ardından kendilerini şampiyon sanıp kutlama yaptılar. Bu akıllara zarar olayı, öncesini sonrasını çok yazıp konudan sapmak istemiyorum -ki başlıkta buna gönderme yaparak yeterice değindiğimi düşünüyorum. Helâl olsun onlara da! :)

Galatasaray, Türk futbol tarihinin gelmiş geçmiş en başarılı kulübü. Hedefleri çok yukarılarda olan bir camia Galatasaray. Peki biri çıkıp açıklayabilir mi, 3. mü 4. mü olacağın son hafta belli olacak iken, rakibinin Avrupa Ligi'ne bir tur üstte başlama hedefi en az senin kadar canlı iken, sen nasıl olur da neredeyse bütün aslarını tatile yollar ve paf takımla son maça çıkarsın? "Bana ne kardeşim Dünya Kupası'ndan, çıkın ve benim 3.lüğümü garanti altına alın!" diyebilecek bi yetkili yok mudur koskocaman Galatasaray camiasında. Her şeyin 90 dakikada belirlendiği ve topun yuvarlak olduğu bu sporda, hem de facianın hasını Tromsö'ye karşı birinci elden yaşamışken sen nasıl 4.lüğü göze alabilirsin? İşte bu son hafta olayı, beni en çok rahatsız eden olaylar bakımından kafamda yer etmiştir, ve bu camiaya yapılan büyük bir ayıptır. Dua etsinler de Bursaspor çıktı işini kendi halletti, bizim gibi başkasının kucağına düşmedi.

Şu renkten renge girme muhabbetine de artık bir son verilsin, komik oluyor. Yakın bir arkadaşım dedi ki: "Bursa şampiyon oldu diye değil, siz bu kadar malsınız diye gülüyorum. Galatasaraylı değil Türkgücü Ülküsporlu olsam da gülecektim, basketbolsever olsam da gülecektim, "ıyy 22 adam bi topun peşinde ne biçim spor o" diyenlerden olsam da gülecektim. muhahahaha alayınıza muhahuahuahu..." Bunu okuduktan sonra da renkten renge girme muhabbeti, el şeyiyle gerdek muhabbeti devam ediyorsa, yine bu muhabbeti küfürle devam ettiren bir Fenerliye, başka bir arkadaşımın ettiği sözlere yer vereyim: "Önce Beşiktaş'ın şeyiyle gerdeğe girdiğini zannedip, Bursaspor'un timsah yürüyüşüyle sevinmek; sonra başkasının şeyiyle bile olsa gerdeğe giremediğini farkedip, tuttuğun takımın stadını yakmak, semtinde ortalığı dağıtmak, sonra da Beşiktaşlıları, Galatasaraylıları bu halleriyle dalga geçtikleri için küfürler eşliğinde başkasının şeyiyle gerdeğe girmekle suçlamak, Fenerlilerden bekleyeceğim davranışlar olduğundan çok şaşırmadım." Daha da aynı muhabbet sürerse omega-3 eksikliğinden sanırım, balık yiyin arkadaşlar.

Sonuç olarak, acısıyla-tatlısıyla bir sezonu daha sona erdirdik. (Klişe ama öyle :)) Her sezonki gibi bu sezon da tek dileğim yapılan sayısız hatadan ders alınması ve özellikle de Galatasaray'ın tesisleri etrafında bile bulunmaması gereken isimlerin bir an önce kulüpten def edilmesidir. Serdar Özkan ve Mehmet Batdal transferleriyle ufak bir değişim başladı, rotasyon ve total futbol kavramları eminim seneye tavan yapacaktır. İşte bu doğrultuda, en ihtiyacımız olan bölgelere yetenekli ve gelecek vâdeden isimler alındıkça bu takım bir yerlere gelecektir. Özellikle Şubat 2011'de yepyeni mabedimize geçeceğimiz de düşünüldüğünde, ilk yarıya fırtına gibi başlamanın ve en azından bitimine kadar düşüşe geçmemenin önemi ortaya çıkıyor. İkinci devre zaten öyle bir düşüş, öyle bir stadda söz konusu olamaz ;) Herkese iyi tatiller, transferler, yeni gelişmeler ve yazmaya değer herhangi bir şey olduğunda yazacağımız adres belli. ;)

Görüşmek üzere...
Read more